Emil Michel Cioran: Kendini İmha Etmenin Kaynakları

2 Yorum
Omuzlarımızın ve düşüncelerimizin üzerinde ağır yüklerle bir hapishanede doğmuşuz; kesip atma imkanı bizi bir sonraki gün yeninden başlamaya teşvik etmese, tek bir günün bile sonunu getiremezdik... Bu dünyanın prangaları ve solunmaz havası her şeyi elimizden alır, kendimizi öldürme özgürlüğü hariç; bu özgürlük de, bunaltıcı ağırlıkların üstesinden gelen bir kuvvet ve gurur verir bize.

Kendi hükmünü mutlak olarak elinde bulundurmak ve bunu kullanmamak... Bundan daha esrarengiz bir yetenek var mıdır? İntiharın mümkün olduğu tesellisi, soluksuz kaldığımız o mekanı sonsuz bir alana çevirir. Kendimizi yok etme fikri, buna ulaşma yollarının çokluğu, kolaylığı ve yakınlığı sevindirir ve ürkütür bizi; zira kendimiz hakkında geri dönüşsüz bir şekilde karar verdiğimiz o hareketten daha basit ve korkunç bir şey yoktur. Tek bir anda bütün anları ortadan kaldırırız; bunu tanrı bile yapamazdı. Fakat palavracı iblisler olduğumuzdan sonumuzu erteleriz: Özgürlük gösterişinden, kibrimizin oyunundan nasıl vazgeçebilirdik ki?..

Kendini ortadan kaldırmayı hiç tasarlamamış; ipin, kurşunun, zehirin ya da denizin yardımına başvurabileceğini hiç hissetmemiş kişi, aşağılık bir kürek mahkumudur; ya da evrenin leşi üzerinde sürünen bir solucan... Bu dünya elimizden her şeyi alabilir, bize her şeyi yasakayabilir, ama kendimizi yok etmemizi engellemeye kimsenin gücü yetmez. Bütün aletler buna yardımcı olurlar, bütün uçurumlarımız buna davet ederler bizi; ama bütün içgüdülerimiz de karşı çıkar. Bu karşıtlık ruhumuzda çıkışsız bir çatışma geliştirir. Hayat üzerine düşünmeye, onda dipsiz bir boşluk keşfetmeye başladığımızda, içgüdülerimiz kendilerine çoktan rehber süsü vermiş ve fiillerimizi yönlendirmeye başlamışlardır bile; ilhamımızın kanatlanmasını ve serbestleşerek yumuşamamızı frenlerler. Eğer doğduğumuz anda, ergenlikten çıışımızdakik kadar bilinçli olsaydık, beş yaşında intiharların alışılagelmiş bir olgu, hatta bir saygınlık sorunu olacağı muhtemelden de öte bir gerçektir. Ama çok geç uyanırız: Tefekkür ve hayal kırıklıklarımızın bizi yönelttiği sonuçlardan ancak şaşkınlığa kapılabilecek olan içgüdülerin mevcudiyetiyle döllenmiş yıllar durur karşımızda. Tepki de gösterirler; bununla birlikte, özgürlüğümüzün bilincine varmış olan bizler, istifade etmediğimiz için daha da cazipleşen bir çözümünün efendisiyizdir. Günlere, dahası gecelere tahammül etmemizi sağlar bu; artık ne yoksuluzdur, ne de husumet tarafından eziliyoruzdur: Üstün kaynaklar vardır elimizde. Bunlardan hiç yararlanmasak ve sonumuz geleneklsel son nefesle gelse bile, vazgeçişlerimizde bir hazineye sahip olmuş oluruz: Her birimizin kendi içinde taşıdığı intihardan daha büyük bir zenginlik var mıdır?

Dinlerin kendi elimizle ölmeyi yasaklamalarının nedeni, bunda, tapınakları ve tanrıları aşağılayan bir itaatsizlik örneği görmeleridir. Orleans Konsili intiharı cinayetten daha vahim bir günah gibi değerlendiriyordu; çünkü katil her zaman nedamet getirebilir, kendini kurtarabilir, oysa kendi hayatına kasteden kişi selametin sınırlarını aşmıştır. Fakat kendini öldürme eylemi zaten radikal bir selamet formülünden çıkmaz mı yolar? Hiçlik de ebediyetle eşdeğer değil midir? Yalnız varlık, evrenle savaşmak ihtiyacında değildir; o, son ihtarı kendine verir. Sonsuza değin olmak özlemini de duymaz pek; eğer benzersiz bir fiille, mutlak bir biçimde kendisi olduysa... Göğü ve yeri de kendini reddettiği gibi reddeder. Hiç değilse, özgürlüğü sürekli gelecekte arayanların bulamadığı bir özgürlük bütünlüğüne varmış olacaktır...

Şimdiye kadar hiçbir kilise, hiçbir belediye intihara karşı muteber bir gerekçe icat etmemiştir. Hayatı artık kaldıramayan kişiye ne söylenebilir? Hiç kimse başkasının yüklerini kendi üzerine alacak halde değildir. Diyalektiğin elinde, tartışılmaz ıstırapların ve teselli bulmamış binlerce apaçık olayın saldırısına karşı hangi güç vardır? İntihar, insanın ayırt edici özelliklerinden, keşiflerinden biridir; hiçbir hayvan bunu yapamaz ve melekler ancaj farkına varabilir; intiharsız insan gerçekliği, daha az merakadeğer ve daha renksiz olurdu: Sonuca bağlanan çeşitli yolları ve yeni çözümleri trajediye sokacak olsa bile, tuhaf bir iklimin ve kendi estetik değerleri olan bir ölüm imkanları dizisinin noksanlığı hissedilirdi.

Olgunluklarının delili olarak canlarına kıyan antik bilgeler, modernlerin hafızasından çıkmış olan bir intihar öğretisi yaratmışlardı: Dehasız bir can çekişmeye adanmış bizler, ne aşırılıklarımızın yaratıcısıyız ne de vedalarımızın belirleyicisi.Son, artık bizim sonumuz değildir: Sayesinde yavan ve yeteneksiz bir hayatı bağışlatabileceğimiz yegane bir girişimin üstünlüğü noksandır, tıpkı yüce bir kinizmin ve eski görkemli can verme sanatının da noksan olması gibi... Ümitsizliğie talim eden ve kendini kabullenen cesetleriz; kendimize rağmen hayatta kalırız ve yalnızca yararsız bir formaliteyi yerine getirmek için ölürüz: Sanki hayatımız, sadece ondan kurtulabileceğimiz anı ileri atmamıza bağlıymış gibi...

Emil Michel Cioran,
Çürümenin Kitabı, Sf. 39-40

2 yorum:

  1. Haris-i Muhasibi
    Evliyânın büyüklerinden. İsmi Hâris bin Esed, künyesi Ebû Abdullah'tır. Nefsini çok hesâba çekmesi sebebiyle Muhâsibî denilmiştir. 857 (H.243)'de Bağdât'ta vefât etti.
    Rivâyet ettiği bir hadîs-i şerîf şöyledir: Ebüdderdâ hazretleri haber verdi. Resûlullah efendimiz buyurdu ki: "(Kıyâmet günü) Mîzânda en ağır gelecek olan şey, güzel ahlâktır."
    Hâris-i Muhâsibî hazretleri elini şüpheli bir yiyeceğe uzatınca, parmağının damarı hareket etmeye başlardı. Eğer bu harekete mâni olamazsa o yiyeceğin helâl olmadığını anlar ve yemekten vaz geçip, yemezdi.

    Hâris el-Muhâsibî hazretlerine sabrı suâl ettiler. O da: "Sabır, Allahü teâlâdan gelen her şeyi hoş ve iyi bir şekilde karşılayıp, heyecan ve ümidsizliğe düşmemek, sıkıntılı ve meşakkatli zamanlarda dayanıklı ve tahammüllü olmaktır." şeklinde cevap verdi.

    "Eziyetlere katlanmak, kızmamak, güler yüzlü ve tatlı sözlü olmak, güzel ahlâktandır."

    "Nefsinin isteklerinden ve öfke ile hareket etmekten uzak dur. En önde gelen vazifelerinden birisi de, yumuşak olmak ve dikkatli hareket etmek olsun."

    "Şu üç çeşit muhabbet çok mühimdir: Birincisi, ibâdeti günaha tercih etmek sûretiyle Allahü teâlâyı sevmektir. İkincisi, kuvvetli bir îmân ile Resûlullah'ı sevmektir. Bunun alâmeti, Resûlullah'ın sünnetine yapışmaktır. Üçüncüsü ise, Allah için müminleri sevmektir. Bunun alâmeti müminlere eziyet etmemek ve onlara faydalı olmaktır."

    "Dilin farzı ve vazifesi; sükûnet ve öfke zamanlarında doğruluktan ayrılmamak. Gizli ve açık hiç kimseye eziyet etmemektir. Gözün farzı ve vazifesi; haramlardan korunmaktır. Kulağın farzı ve vazifesi, helâl olmayan şeyleri dinlememektir. Lisanından sonra, insanoğlu için en tehlikeli âzâ kulağıdır. Çünkü kulak, kalbin en büyük elçisidir. Fitne bataklığına en fazla dalan kulaktır. Burnun farzı ve vazifesi; burun, kulak ve göze tâbidir. Dinlemesi ve bakılması câiz olmayan bir şeyin koklanması da câiz değildir. Ellerin ve ayakların farzı ve vazifesi; Allahü teâlâ tarafından haram kılınan şeylere uzanmaması ve başkalarının hakkından sakınmasıdır."


    HİÇ KİMSEYİ İNCİTME

    Hâris el-Muhâsibî hazretleri buyurdu ki: Nefsini hesâba çeken muhâsebe ehlinin belli hasletleri vardır. Bunları tecrübe ve tatbik edince, Allahü teâlânın ihsânıyla şerefli makamlara ulaşmışlardır. Her şey güçlü bir azimle ve nefsânî arzuları tamâmen terk etmekle elde edilir. Çünkü azmi sağlam olanların nefsin hevâ ve hevesine karşı durmaları basitleşir. O halde kuvvetli bir azimle şu hususlara uy:

    1) Doğru ve yalan yere yemin etme.

    2) Yalan söylemekten sakın.

    3) Zulüm bile yapmış olsa hiç bir kimseye lânet etme.

    4) Vefâkâr olmak imkânı bulduğun müddetçe ahdinden dönme.

    5) Ne sözle ne de hareketle hiçkimseye bedduâ etme. Yaptığın iyilik için mükâfât, karşılık bekleme. Allahü teâlânın rızâsı için tahammüllü ol.

    6) Kâfir olsun, müşrik veya münâfık olsun, hiçbir kimsenin aleyhinde şâhidlik yapma. Halka karşı merhametli ol. Allahü teâlânın gazabından uzak kalmak için en uygun yol budur.

    7) Ne içinden ne de dışından aslâ günah işlemeye yönelme, âzâlarının tamâmını günahtan uzak tut.

    8) Hiç kimseyi incitme. İster az ister çok olsun veya ihtiyacın olsun yâhud da olmasın hiçbir halde kendi yükünü kimseye yükleme.

    9) İnsanlardan hiçbir şey bekleme ve sâhib oldukları hiçbir şeye göz dikme.

    10) Dünyâ ve âhirette makam ve izzet yüksekliği, Allahü teâlânın dilemesine, vermesine bağlıdır. Bu bakımdan kendini karşılaştığın hiçbir insandan daha üstün görme.

    YanıtlaSil
  2. Bir Pyrrhon’un yanında, kendimi bir Aziz Paulus’un yanında olduğundan daha güvenlikte hissederim; nüktedan bir
    bilgeliğin, zincirinden boşanmış bir azizlikten daha yumuşak olması nedeniyle... Ateşli bir ruhta, kılık değiştirmiş bir avcı hayvan bulunur; kişi, bir peygamberin pençelerinden kolay kolay kurtulamaz... İster sema adına, ister site veya başka bahaneler adına sesini yükselttiğinde, uzaklaşın ondan: Yalnızlığınızın satiridir, onun hakikatlerinin ve taşkınlıklarının berisinde yaşamanızı affetmez; histerisini, varını yoğunu onunla paylaşmanızı ister; bunu size dayatmak
    ve sizi tanınmaz hale getirmek ister. Bir inanç tarafından ele geçirilip onu ötekilere iletmeye çalışmayan insan, selâmet saplantısının hayatı soluksuz bıraktığı bir yer olan yeryüzüne
    yabancı bir olaydır. Etrafınıza bakın: Her tarafta vaaz veren solucanlar; her kurum bir misyonu dile getirir; tapınaklar gibi belediyelerin de mutlakları vardır; yönetimin ise
    yönetmelikleri - maymunların kullanımına yönelik metafizik... Hepsi de bütün insanların yaşamına çare bulmaya çabalar: Dilenciler ve şifasız hastalar bile buna can atarlar: Dünya kaldırımları ve hastaneler reformcularla dolup taşar. Olay kaynağı haline gelme isteği, her birinin üzerine zihinsel bir karışıklık, ya da kişinin kendi istediği bir lânet gibi etki eder. Toplum - bir kurtarıcılar cehennemi!

    YanıtlaSil