"İnsanların tek başlarına bizde aşk, ilgi ya da iğrenme uyandırdıkları da söylenemez. Biz zaten bir dış nesnenin uyarısı ve etkin beklentisi içinde bunları bir tür hazır buluruz ve bunlar ortaya çıkar çıkmaz, duygularımızı onlara yansıtırız."

* * * * *

"Beslenmeyi şiddetle isteyen ve aynı anda çırpınan çocuk, karnı doyarken zevk aldığı kadar, saldırgan heyecanlarıyla dışa vurduğu düzensiz hareketlerden sonra iç organlarında da bir rahatlama duyar. Tepilerin içiçe hareket ettiklerine güzel bir örnektir bu."

* * * * *

"Birey, karşısındakine göre ruhsal-bedensel bakımdan ne denli üstün olarak ortaya çıkarsa, düşmanlığının da, saldırganlık konusu nesneyi (bireyi) yıkımla sonuçlandırma şansı o denli çoktur."

* * * * *

"Karşısındakini 'emperyalist' diye nitelendirmek ve bu andan itibaren ona ölümcül bir kin beslemek için onun duyma, düşünme, tartışma ve davranış tarzının -toplumsal bir 'sınıf' değil- özel bir birey gibi tasarlanabilmesi hangi mucizeyle olasıdır? 'Bir Vietnamlı'yı öldürmeye' kararlı Amerikan subayı, bu ülkeye hiç adımını atmamıştır; bu ülkenin dilini, kültürünü ve tarihini bilmez. Savaşın amacı olarak 'özgürlük' üzerine, bu tarihle hiçbir ilişiği olmayan bir özgürlük üzerine parlak söylevler çekmektir. Kuşkusuz bu iki ölüm mesajı da açık bir kavrama sahip değil, ama nitelikleri ve davranışları, tüm diğer insanların yoksun bırakan bir saplantı içinde bulunduklarını gösteriyor."
Toplumların yaşamlarında zaman zaman görülen çok hızlı dönüşümler, hatta patlamalar biçiminde görülen dönüşümler, gerçekte uzun süreçler boyunca alttan alta sessizce oluşmuştur. Ayrıştırıcı ve aynı zamanda bileştirici bir gözle bakamadığımız zaman, bu gibi durumları birer devrim gibi hatta birer mucize gibi algılarız. İnsanların kısa ömürlerinde güzel günler adına evrimden çok devrimi kendilerine yakın bulmaları anlamlıdır: Her şeyin, çok uzun beklemeler söz konusu olmadan değişmesi hepimizin dileğimizdir. Bunun en basit anlamı şudur: Ölmeden biz de güzel günler görelim. Oysa bireylerin yaşamında olduğu gibi toplumların yaşamında da köklü dönüşümleri duyurmayan dural ya da durağan dönemler iniş ve çıkış dönemlerinden daha az değildir. Çünkü toplumlar da bireyler gibidirler: Birbirini izleyen yeni durumların sarsıntılarını çok uzun süre yaşayamazlar. Bir etkinliği bir dinginlik izler. Öyle zamanlar olur ki bireyler de toplumlar da uzun süren baş döndürücü bir akışın getireceği iyiliklere durallığın verimsizliğini yeğ tutabilirler.
Gerçeklik, düşündüğümüz gibi açık ve basit değildir. Direkt olarak doğru kabul ettiğimiz kimi şeyler, bilinenin aksine, yanlıştır. Bilim insanı ve filozofların bizim bu ortak algımızı değiştirmek üzerine muazzam çabaları olmuştur. İşte bunlardan 10 örnek: 

1. Büyük Donma
Büyük Donma, evrenin nasıl son bulacağıyla ilgili bir teoridir. Evrenin sınırlı bir enerjisi vardır. Bu teoriye göre, bu enerji bittiğinde, evren dondurucu bir hale gelecektir. Isı enerjisi, atomların titreşmesi ile oluşur. Isının kaybolması, evrenin doğal yasalarına göre, atom parçacıklarının yavaşlayacağı ve muhtemelen bir gün her şeyin duracağı anlamına gelir.

2. Tekbencilik
Tekbencilik, 'ben'in bilinci dışında hiçbir şeyin var olmadığını ileri süren felsefi bir teoridir. İlk başta aptalca görünür ama biri bunu tamamen kafasına soktuğunda, çevresindeki dünyanın aslında var olduğunu pekala inkar edebilir. Böyle bir şeyi kabul etmedikçe de, her şeyin zihninizin bir ürünü olduğunu kanıtlamak imkansızdır.
Bugün onuruna toplanmış olduğumuz Moncure Conway yaşamını iki amaca vakfekmişti: Düşünce özgürlüğü ve bireyin özgürlüğü. O zamandan bu yana bu iki konuda bazı şeyler kazanılmış, ancak bazı şeyler de kaybedilmiştir. Geçmiş dönemlerdekinden biraz değişik şekillerde olmakla beraber bugün bazı yeni tehlikeler bu iki tür özgürlüğü tehdit etmektedir; ve bunları savunacak güçlü ve uyanık bir kamuoyu oluşturulamazsa, bundan yüz yıl kadar sonra, her iki özgürlükten de şimdikine göre çok daha azı kalmış olacaktır. Bu makalede yeni tehlikeleri vurgulamak ve onlarla nasıl başa çıkılacağını tartışmak istiyorum.

Önce, “özgür düşünce” ile ne kastettiğimizi açığa kavuşturmaya çalışalım. Bu deyimin iki anlamı vardır. Dar anlamıyla, geleneksel dinsel dogmaları kabul etmeyen düşünce demektir. Bu anlamda, hıristiyan veya müslüman veya budist veya şintoist olmayan; ya da herhangi bir akideyi benimsemiş bir topluluğun üyesi olmayan bir kimse “özgür düşünür”dür. Hırıstiyan ülkelerde “özgür-düşünür” diye, Tanrı’ya kesin bir şekilde inanmayan insana denir; ancak bu nitelik budist bir ülkede insanı “özgür-düşünür” yapmaya yeterli değildir.

Bu anlamdaki özgür düşüncenin önemini küçümsemek istemiyorum. Ben şahsen bilinen dinlerin hiç birini kabul etmem ve her tür dinsel inancın giderek yok olmasını ümidederim. Dinsel inancın, sonuçta yarar sağladığına inanmıyorum. Bazı zamanlarda ve bazı durumlarda birtakım yararlı etkiler yapmış olduğunu kabul etmekle beraber, insan aklının bebeklik dönemine, şimdi geride bırakmaya başladığımız bir evresine ait olduğu kanısındayım.
Kişisel görüşleriniz ve düşünceleriniz adlı önceki sayfada çok fazla yorum birikmesi sebebiyle, son yorumlara ulaşmak biraz zor oluyordu. Bu sebeple, yeni bir başlık açmış bulunuyorum. Bu açılan, üçüncü 'kişisel görüşleriniz ve düşünceleriniz' başlığıdır. Önceki ilk ikisi arşiv mahiyetinde blogda durmaktadır, onlara aşağıdaki linklerden ulaşabilirsiniz.

Önceki başlıklarda bulunan uyarılar aynen geçerlidir.

Bu başlık altında (yorum gönder kısmında) belirtmek istediğiniz kişisel görüşlerinizi veya düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz. Bunun yanı sıra değinilmesini istediğinizin bir konuyu belirtip veya aklınıza takılan ya da benim aklıma takılması gereken bir soruyu sorabilirsiniz. Kısacası diğer bölümlerden bağımsız bir çeşit iletişim olanağı sağlayan bir başlık olarak görebilirsiniz bu başlığı.
Blog içerisinde görünmesini istemediğiniz görüş ve düşüncelerinizi bana iletmek isterseniz tanrivarmi@gmail.com adresini kullanabilirsiniz. Ancak temennim, bu başlık altında görüş ve düşüncelerin belirtilmesidir, zira bu şekilde, sizinle aynı görüş ve düşüncede olanlara ulaşma olanağı artmaktadır. Ayrıca mail adresinin dini savunmak üzere tartışma amaçlı kullanılmaması rica olunur.

Yukarıdakilere ek olarak iki yeni durum mevcuttur blogda. İlk olarakyorum yaparken bir "ad, rumuz veya nick" seçilmesi rica olunur. Tamamen karışıklığı önleme amaçlıdır; özellikle devamlı olarak blogda yorum yapanların böyle bir kullanıcı adı seçmeleri, iletişimin sürekli olmasına da fayda sağlayacaktır.

İkinci olarak, artık her yoruma ayrı ayrı yanıt verebilme seçeneği bulunmaktadır. Önceki durumda tüm yorumlar sırasıyla alt alta görünmekteyken, şimdi direkt olarak hangi yoruma cevap vermek istiyorsanız, o yorumun altındaki "Yanıtla" seçeneğine tıkladıktan sonra (ve üst paragraftaki ricayla birlikte, bir kullanıcı adı belirledikten sonra) yorumunuzu bırakabilirsiniz. Bu şekilde daha düzenli ve sağlıklı bir sohbet sürdürülebileceği kanısındayım.

Son olarak, blog içerisinde yorum yazdığınız herhangi bir başlığa başka biri yorum yaptığında haberdar olmak isterseniz, yorum formunun (yorumunuzu yazdığınız alttaki pencere) sağ altında bulunan "E-posta yoluyla abone ol" linkine tıklayabilirsiniz. Bunun için bir Google hesabınızın olması gerekmektedir. Ayrıca istediğiniz zaman, yine aynı yerde bulunan (ama yalnızca abone olduktan sonra görünen) "Aboneliği iptal et" linkine tıklayarak yorum aboneliğinizi iptal edebilirsiniz.
İnsanlar ancak dinin gerçek olduğunu doğrudan kanıtlamaktan umut kestiği zamandır ki, onun sözümona yeni-moda bir anlamda 'gerçek' olduğunu kanıtlamaya koyulmuşlardır.
- Bertrand Russell

Vicdan, iç sesimizin, birilerinin bizi görüyor olabileceği hususunda uyarmasıdır.
- H. L. Mencken

Aptal bir adam, kendinden utanacağı bir şey yaptığı zaman, onun, yapması gerektiği bir görev olduğunu söyler.
- George Bernard Shaw

Hiçbir şey yapmamanın bile bir yolu yordamı vardır. 
- Samuel Beckett

Uygarlığın insanlarda duyguların çeşitlerini çoğaltmaktan başka bir işe yaradığı yok.
- Fyodor Dostoyevski

Eğer düşüncelerinde ve yaptıklarında gerçekten ciddiyse, her insan azizdir.
- Hermann Hesse

Düşüncelerimizi yayan araçlar, düşünmemizi engellemeye çalışıyordu.
- Italo Calvino

Bu makaledeki konumuz, Rebecca Saxe’ın kendisini bilim dünyasında öne çıkaran bir çalışması üzerine. Rebecca Saxe, Massachusetts Institute Of Technology (MIT) Beyin Bilimleri Bölümünde, Bilişsel Nörobilim üzerine çalışan bir doçent. Ayrıca, beyin üzerine araştırma yapan McGovern Enstitüsü’nün de bir üyesi. Kendisi daha çok, sinir ve sosyal biliş alanlarındaki çalışmalarıyla tanınıyor.

Beynimizde bir alan var ki, bu alanın görevi; karşımızdakinin ne düşündüğünü anlamaktır. Bu alan, beynimizin sağ tarafında ve sağ kulağımızın biraz üzerinde bir yere denk geliyor. Hemen söyleyelim ki, bu alan, mantık problemlerini çözerken kullandığımız bir yer değil. Burası kısaca RTPJ olarak adlandırılmış (Right Temporo Parietal Junction). Diğer bir ifadeyle, “sağ temporo-parietal kavşak”. Bu şekilde isimlendirilmesinin sebebi, adı geçen alanın beynimizin sağ yarıküresinde bulunması ve yine beynimizin bölümlerinden olan temporal ve parietal alanların birleşim yerinde bir kavşak alanda bulunmasındandır. 

Konumuza geçmeden evvel, altı-yedi yaşına gelene kadar çocukların beyin yapısında bu alanın henüz gelişmediğini, yapılan başka deney ve araştırmalarla gösterildiğini ifade edelim. Bizim buradaki yazımız, yetişkinler üzerine yapılan bir araştırma olacaktır.

Rebecca Saxe, anılan çalışmasında, aşağıdaki iki ayrı senaryoyu kurgulayarak, araştırmaya katılan deneklerin bu senaryolar karşısında ne tür tepki vereceklerini ölçmeye çalışmıştır.
Bu noktada Kubilay, şöyle bir soruyla Polo'nun sözünü kesiyordu ya da kestiğini hayal ediyordu, ya da Marco sözünün kesildiğini hayal ediyordu:

"Hep başın arkaya dönük mü ilerlersin sen?" ya da "Gördüğün şey hep geride kalan mıdır?" ya da daha doğrusu "Yalnız geçmişe mi senin yolculuğun ?"

Bütün bunlar, aslında Marco Polo anlatabilsin ya da anlattığını hayal edebilsin ya da anlattığı hayal edilebilsin ya da nihayet kendi kendisine, aradığının hep önündeki bir şey olduğunu ve söz konusu geçmiş bile olsa, bunun, o yol aldıkça, adım adım değişen bir geçmiş olduğunu anlatmayı başarabilsin diyeydi, zira yolcunun geçmişi, tamamlanmış bir güzergâha göre değişir: Her geçen günün üzerine bir gün daha eklediği yakın geçmiş değil, çok daha uzak bir geçmiştir bu. Her yeni kente geldiğinde yolcu, bir zamanlar kendisinin olduğunu artık bilmediği bir geçmişini bulur yeniden: Artık olmadığın ya da sahip olmadığın şeyin yabancılığı, hiç senin olmamış yabancı yerlerin eşiğinde bekler.
Neyi bekliyoruz böyle toplanmış pazar yerine?

Bugün barbarlar geliyormuş buraya.

Neden hiç kıpırtı yok senatoda?
Senatörler neden yasa yapmadan oturuyorlar?

Çünkü barbarlar geliyormuş bugün.
Senatörler neden yasa yapsınlar?
Barbarlar geldi mi bir kez, yasaları onlar yapacaklar.

Neden öyle erken kalkmış imparatorumuz,
şehrin en büyük kapısında neden kurulmuş tahtına,
başında tacı, törene hazır?

Çünkü barbarlar geliyormuş bugün,
onların başbuğunu karşılamaya çıkmış imparatorumuz.
Bir de koca ferman hazırlatmış
ona rütbeler, unvanlar bağışlayan.

İki konsülümüzle yargıçlarımız neden böyle
işlemeli, kırmızı kaftanlar giyinip gelmişler?
Neden böyle yakut bilezikler, parlak,
görkemli zümrüt yüzükler takınmışlar?
Ellerinde neden böyle altın,
gümüş kakmalı asalar var?

Çünkü barbarlar geliyormuş bugün,
onların gözlerini kamaştırırmış böyle takılar.

Ünlü konuşmacılarımız nerde peki,
neden herzamanki gibi söylev çekmiyorlar?

Çünkü barbarlar geliyormuş bugün,
onlar pek aldırmazlarmış güzel sözlere.

Neden bu beklenmedik şaşkınlık, bu kargaşa?
(Nasıl da asıldı yüzü herkesin!)
Neden böyle hızla boşalıyor sokaklarla alanlar,
neden herkes dalgın dönüyor evine?

Çünkü hava karardı, barbarlar gelmedi.
ve sınır boyundan dönen habercilere göre,
barbarlar diye kimseler yokmuş artık.

Peki, biz ne yapacağız şimdi barbarlar olmadan?
Bir çeşit çözümdü onlar sorunlarımıza.

Konstantinos Kavafis
Barbarları Beklerken
John Zerzan (İllüstrasyon)
Sessizlik, değişik derecelere kadar bir soyutlanma aracı olmaya alışıktır. Artık, bugünün dünyasını boş ve ayrışık kılmaya çalışan, sessizliğin yokluğudur. Kaynakları gasp edilmiş ve kurutulmuştur. Makine, küresel olarak uygun adım ilerliyor ve sessizlik, gürültünün henüz nüfuz etmediği, önemini kaybeden bir yerdir.

Uygarlık, rahatsız edici sessizlikleri gizlemek için tasarlanmış bir gürültü komplosudur. Sessizliğe saygı gösteren Wittgenstein, sessizlik ile ilişkimizin kaybını anladı. Sessiz olmayan şimdiki zaman, uçucu dikkat anları, eleştirel düşüncenin aşınması, ve derinden hissedilmiş deneyimler için azalmış bir yetenek zamanıdır. Sessizlik, karanlık gibi, edinilmesi zordur; fakat zihin ve ruh onun desteğine gerek duyar.

Kuşkusuz sessizliğin pek çok ve çeşitli tarafları vardır. Çoğu kez ilişkili durumlar olan korkunun, kederin, uyumun, karmaşanın maruz kalınan veya gönüllü sessizlikleri (örn. AIDS-farkındalığı “Sessizlik=Ölüm” formülasyonu) vardır. Ve Rachel Carson’un Sessiz Bahar'ında belgelendiği gibi, doğa devamlı olarak susturulmuştur. Doğa tam olarak susturulamaz, yine de, bazılarının neden onun yok edilmek zorunda olduğunu hissettiklerini açıklamada belki de çok ilerilere gider. “Doğanın, kendi doğamızı da içeren, susturulması yaşanmıştır.” sonucunu çıkardı Heidegger, ve bu sessizliğin, sessizlik olarak, konuşmasına izin vermemiz gerekir. Hâlâ oldukça sık konuşur, buna karşın, kelimelerden daha sesli konuşur.
"Hiç rüşvet almadığım için, kendimde kaba olma hakkını buluyor, kendimi bununla ödüllendiriyordum."

"Akıllı insanların bir baltaya sap olamayacaklarını ve yaşamda başarılı olanların sadece aptallar olduğunu düşünerek avutuyorum kendimi."

"Her şeyi tam anlamıyla algılamak bir hastalıktır."

"Niçin ben iyilik, güzellik, yücelik gibi şeyler konusundaki anlama gücüm arttıkça, bataklığa daha çok gömülüyor ve boğulacak duruma geliyordum?"

"Acı çeken kimse inlemekten zevk duyar."

"Kimden geldiğini bilemediğiniz ve içinize sindiremediğiniz alaylardan, aşağılamalardan doğan zevk bazen yavaş yavaş şehvete doğru yaklaşır."

"Tam olarak anlama gücüne sahip bir insan kendisine saygı duyabilir mi hiç?"
Bundan 100 yıl önce, Sigmund Freud tarafından insan doğası hakkında yeni bir teori ortaya atıldı. "Her insanın zihin derinliklerinde saklı ilkel cinsel ve saldırgan güçler" keşfettiğini söylüyordu. Bu güçler kontrol edilmediği takdirde, bireyler ve toplum kaos içinde yok olmaya sürüklenebilirdi. Bu belgesel serisi, iktidarı elinde tutanların kitlesel demokrasi çağında, tehlikeli kalabalıkları kontrol etmek için Freud'un teorilerini nasıl kullandıklarını anlatıyor. Kalabalıklar, kitle davranışı ve onları kontrol etmek adına nelerin nasıl yapıldığını çarpıcı etkisiyle ve anlatımıyla konu alan bu belgesel serisi 4 bölümden oluşuyor.

1. Happiness Machines / Mutluluk Makineleri:
Hikayenin merkezinde sadece Sigmund Freud değil, Freud ailesinin diğer üyeleri de yer alıyor. Bu bölümde Freud'un Amerikalı yeğeni Edward Bernays'den bahsedeceğiz. Günümüzde Bernays neredeyse tamamen unutulmuştur. Fakat 20. yüzyıldaki etkisi neredeyse amcası kadar büyüktür. Çünkü Bernays, Freud'un insan hakkındaki fikirlerini alıp, kitlelerin manipülasyonu için kullanan ilk kişiydi. Seri üretim mallarını insanların bilinçdışı arzularıyla ilişkilendirerek, ihtiyaçları olmayan şeyleri istemeleri için insanları nasıl ikna edeceklerini Amerikan şirketlerine ilk gösteren kişiydi. Buradan yola çıkarak kitleleri kontrol etmenin yollarına dair yeni bir siyasi fikir oluşacaktı. İnsanlar, içlerindeki bencil arzular tatmin edildiğinde mutlu olurken, aynı zamanda uslu çocuklar haline geliyorlardı. Bugün bütün dünyayı saran, sadece tüketen insan modeli böyle başlamıştı.