Beynimiz ve Biz: Kör Görüş

Yorum Yok

Kocası, unuttuğu evrakları almak için eve döndüğünde, Diane Fletcher, fayans zeminde neredeyse yirmi dakikadır baygın yatıyordu. Duş almak için girdiği küçük banyodaki ısıtma cihazından sızan karbonmonoksit, kanındaki hemoglobine bağlanmış ve genç kadının banyo zeminine yığılmasına neden olmuştu. Kocası gelmemiş olsaydı, belki de bir saat içinde ölmüş olacaktı.

Diane, komadan çıktığında, tam anlamıyla kördü. İskoçya’da, St. Andrews Üniversitesi’nde nöropsikolog David Milner’in yaptığı testlerle de bu doğrulanmıştı. Diane’nın beynindeki görme merkezi, kalıcı olarak hasar almıştı.

Dr. Milner, rutin testlere devam etti. Bir ara Diane’ye dönüp elindeki kalemi işaret ederek “Bu nedir?” diye sordu. Diane şaşırmıştı. Dr. Milner, kendisinin görmediğini bildiği halde, böyle anlamsız bir soruyu sorarak onu (Diane’yı) üzdüğünü bilmiyor muydu? Dr. Milner sorusunda ısrarcı olunca, Diane bir hırsla kalemi doktorun elinden aldı ve eliyle yoklayarak “Kalem.” dedi. Diane, Dr. Milner’in elindekinin kalem olduğunu bilmişti ama nasıl olmuştu da doktorun elindeki kaleme uzanıp onu alabilmişti? Bu bir tesadüf olabilir miydi? Dr. Milner başka testlerle bu şaşkınlığını gidermeye kararlıydı. Bir başka deneyde, Diane’nın karşısına bir posta kutusu koydu. Diane’nın eline bir mektup vererek, bunu posta kutusundan içeriye atmasını istedi. Bu konuda ısrarcı oldu. Diane, doktorun ısrarı karşısında, elindeki zarfı, posta kutusunun deliğine (aralığına) bir seferde denk getirerek kutudan içeri attı. Sonraki seferinde doktor, posta kutusunu biraz eğerek deliğin (aralığın) yönünü değiştirdi. Diane’den, mektubu tekrar atmasını istedi. Diane isteksizdi. Doktor ısrar etti. Diane bu ısrar karşısında elindeki mektubu öyle bir ayarladı ki, biraz evvelki durumuna göre daha eğik konumda bulunan posta kutusunun aralığı ile mektubu aynı konuma getirerek, kutuya attı. Diane, bunu nasıl başarmıştı? Dr. Milner’in, Diane’yi yanıltmak için bilerek eğdiği posta kutusunun aralığının hangi yönde olduğunu nasıl bilebilirdi? Diane kör değil miydi? Yoksa beynimizde, böyle durumlarda para normal olaylar için mekanizmalar mı çalışmaya başlamıştı?

BEYNİMİZİN BÖLÜMLERİ
Makaleyi, daha anlaşılır kılmak için bazı bilgileri önceden paylaşmakta yarar var. Bilindiği üzere beynimiz; iki yarıküreden meydana gelip, bu yarıküreler de bölümlere (loblara) ayrılmıştır. Bunlar; alnımızın hemen arkasında ve beynimizin ön tarafını oluşturan bölüm olan frontal lob, beynimizin üst tarafını oluşturan parietal lob, kulaklarımızın üzerine denk gelen bölüm temporal lob ve beynimizin arka tarafını oluşturan oksipital lob. Bizim, bu yazıda ilgileneceğimiz bölümler, görme işlemlerinin gerçekleştiği temporal, parietal ve özellikle de oksipital lob olacaktır.

Biraz da, görme işleminin beynimizde nasıl gerçekleştiğini aktarmaya çalışalım. Bu kısımda aktaracağımız bilgi, daha evvel Beynimiz ve Biz -3 (Ayrık Beyin ve Bilinç) isimli yazının kısa bir tekrarı olacaktır.

Gözlerimizin hizasından ve yatay olarak beynimizden bir kesit (dilim) alındığını varsayarak oluşan yandaki şekle bakalım. Karşımızda A ve B harflerinin olduğu bir şerite ve bu harflerin tam ortasındaki bir noktaya, (varsayalım bir x noktasına) gözlerimizi hiç ayırmadan bakıyor olalım. Şekle bakmaya devam edersek, A ve B harflerine ait görüntüler, her iki gözümüzde retina denen yere, ters ve çapraz olarak düşer. Bir başka deyişle, soldaki A harfi, her bir gözümüze ait retinanın sağ tarafına; sağdaki B harfi ise retinanın sol tarafına ve ters olarak düşer. Bu, her iki göz için de geçerlidir.

Yine şekle dikkat edersek, her iki göz için de geçerli olmak üzere, retinanın sol tarafına ait görüntüler (B harfi) beynin arka tarafında ve sol tarafta (sol yarıkürede) oluşurken, retinanın sağ tarafına düşen görüntüler (A harfi) ise beynin arka tarafında ve sağ tarafta (sağ yarıkürede) oluşur. Biraz şaşırtıcı olmakla beraber, şekildeki kırmızı ve yeşil çizgileri, her bir gözden beynin arkasına giden optik sinirler olarak düşünürsek, beynimizin sol yarı küresinin arkası, baktığımız şeyin sağ tarafına ait bilgiyi, beynimizin sağ yarıküresinin arkası da, baktığımız şeyin sol tarafına ait bilgiye sahip olduğu görülür. Anlıyoruz ki, beynimizin her bir yarı küresi, baktığımız şeyin yarısına ait bilgiye sahiptir. Bu arada, beynimizin, görme işlemlerimizin olduğu bu bölüme oksipital lob dendiğini biliyoruz.

Şimdi de, beynimizin sağ yarıküresinin görme işlemi yapan lobunun (A harfinin görüntüsünün oluştuğu yer) herhangi bir kaza veya hastalık sonucu hasar aldığını veya hastalık nedeniyle ameliyatla çıkartılması gerektiğini düşünelim. İşte bu durumda hasta, A ve B harflerinin olduğu şeritteki x harfinin bulunduğu yere, gözlerini hiç ayırmadan bakarsa, A ve B harfleri her iki gözdeki retinaya görüntü olarak düştüğü halde, beynin sağ yarıküresindeki oksipital lob olmadığından, her bir gözün retinasının sağ tarafından gelen görüntü bilgisi işlenemeyeceği için, hasta, A harfini göremeyecektir. Diğer bir deyişle hasta, her iki gözü sağlam bile olsa, nereye bakarsa baksın, daima, her iki göz için de geçerli olmak üzere baktığı şeyin sadece sağ yarısını görecektir. Şu halde, her iki gözü de sağlam, ancak sağ yarıküredeki görme merkezi hasarlı bir kişi, bizim gördüğümüz manzarayı değil, aynı manzarayı aşağıdaki gibi görecektir. (Yandaki resimler). Görüntünün diğer kısmını görebilmesi için, başını, o tarafa doğru (göremediği kısma doğru) çevirmesi gerekecektir. Böyle bir kişi yarı kördür. Eğer hasta, hangi gözü olursa olsun, tekini kapatıp diğeri ile baksa bile, sonuç değişmeyecek ve alttaki resim gibi görecektir. İki gözü açık olarak baksa sonuç aynı olacaktır. Bu kısmı özetlersek, baktığımızda, hangi tarafı göremiyorsak (varsayalım ki sol taraf), bu durumda bunun çaprazındaki yarıküreye ait görme merkezi (sağ yarıküredeki görme merkezi) hasarlıdır demektir.

Görme merkezimizdeki hasar ne kadar büyükse, gördüğümüz alana (manzaraya) ait kısmındaki leke şeklindeki körlük (siyahlık) de o kadar büyük olacaktır. Buna, Skotoma adı verilir.

Peki, beynimizin her iki yarıküresinde, görme işleminin olduğu oksipital lob denen bu alanların her ikisi de hasar alırsa ne olur? İşte bu durumda tam körlük söz konusudur. Artık etraf, kapkaranlıktır. İşte, yazımızın başındaki Diane Fletcher’in başına gelen de tam olarak budur. Diane Fletcher tam bir kördür. Ancak, Diane’nın nasıl olup da doktorun elindeki kalemi, uzanıp alabildiği veya posta kutusunun deliğini tam olarak tutturup mektupları atabildiğine dair bilgiyi takip eden paragraflarda anlatmaya çalışacağız.

BEYNİMİZDEKİ PATİKALAR
Bu kısımda, gözden (retinadan) çıkan sinirlerin nerelere gittiği, nasıl dallandığı konusunda biraz dedektiflik yapacağız. Şekilde de görüldüğü gibi, gözümüzden çıkan ve kırmızı renk ile gösterilen sinirler (optik sinirler), beynimizin arkasına doğru giderken, bir dallanma (yeşil renk) yaparak, beyin sapına doğru yönlenir ve süperior kollikus diye isimlendirilen yere gider. Kırmızı renk ile gösterilen sinirler lateral genikulat denen yere uğradıktan sonra yoluna devam eder ve beynimizin arkasına ulaşır. Yeşil renk ile gösterilen sinirlere ESKİ PATİKA, kırmızı renk ile gösterilen ve beynin arkasına giden sinirlere de YENİ PATİKA adı verilir. Bu arada, eski ve yeni patika olarak isimlendirilen bu patikaların (sinir yollarının) insanlarda olduğu gibi primatlarda da (maymun vb.) olduğunu da söylemeden geçmeyelim.

Kırmızı renk ile gösterilen ve beynin en arkasında, sinirlerin dallandığı bu yer beynimizin oksipital lob olarak adlandırılan yeri olup, oksipital lobun bu kısmına da Görme Korteksi veya V1 adı verilir. Daha evvelki paragraflarda anlatılan tam veya yarı körlük denen hastalık bu kısmın (görsel korteks) hasarlanması ile olur. Çünkü, görme korteksi veya V1 alanının hasar alması veya ameliyatla yerinden çıkartılması demek, gözden gelen bilgileri işleyecek bir sistemin olmaması demektir. Şekle bakmaya devam edelim. Gözden gelen optik sinirlerin (kırmızı renkli) tekrar dallandığı görülmektedir. Bu dallanmalardan biri beynin üstüne doğru (mavi ok), diğeri de beynimizin aşağı taraflarına doğru (beyaz ok) yol almaktadır. Bunlardan yukarı doğru gidene (mavi ok) NASIL PATİKASI, aşağı doğru dallanana da (beyaz ok) NE PATİKASI adı verilir. (Nasıl patikasına, nöroloji dilinde Dorsal patika, ne patikasına da Ventral patika adı verilir).

Bu kısımda, gözlerden çıkan sinirlerin yollarını, dallanmalarını gördük ve isimlendirdik. Bu sinir yollarına neden dolayı “nasıl patikası”, “ne patikası”, “eski patika” veya “yeni patika” gibi isimler verildiğini açıklamaya çalışacağız.

Tabii ki, optik sinirlerin üzerinde çalışarak görme bölgelerinin haritalanmasını sağlayan fizyologlar olan Semir Zeki, John Kaas, David Van Essen, Margaret Livingstone, David Hubel’i de bu yazı ile belirtmeden geçmeyelim. Bu fizyologlar, haritalamayı maymunlarda çalışarak elde etmişlerdir.

Öncelikle Ne patikasına bir göz atalım.

NE PATİKASI (VENTRAL PATİKA)
Aklımıza gelmişken, görsel korteks yani V1 alanındaki optik sinirler (kırmızı renkli) buradan itibaren 30 ayrı alana dağılmak üzere tekrar dallanırlar. Ve bu otuz görme alanının büyük bir kısmı NE PATİKASI üzerindedir. Bu makale için kullanılan kaynaklar, beynin, otuz ayrı görme alanına neden gerek duyduğu konusunda şimdilik net bir bilgi vermiyor.

Ne patikası üzerindeki sinir hücreleri, bakmakta olduğum şeyin ne olduğu hakkında bana bilgi verir. Baktığım şey bir tilki mi, armut mu, gül mü, bir dostun yüzü mü yoksa bir düşmanın yüzü mü, ondan korkmalı mıyım, ondan kaçmalı mıyım şeklinde bilgilendiren alan, NE PATİKASINın olduğu alandır.

Diyelim ki NE PATİKASINın yer aldığı temporal loblar, herhangi bir hastalık veya kaza sonucu hasarlandı veya ameliyatla çıkartılması gerekti. Bu durumda çevre, hastaya nasıl görünecektir? Böyle bir durumda, etrafımıza bakındığımızda çevremizi soyut bir heykel galerisindeymişiz gibi hissederdik. Baktığımız hiçbir şeyi tanıyamazdık ve dolayısıyla da tanımlayamazdık. O şey, bizde, tanımlayamadığımız için bir duygu da uyandırmazdı. Çünkü, baktığım o şeyin ne olduğuna dair bilgi işleyen sistem artık olmadığı için, o şeye ait bilgiler işlenmeyecek dolayısıyla o şeyle ilgili herhangi bir bilgi olmadığı için anılarımdaki (hafızamdaki) bilgilerle eşleşemeyecek (belleğimdeki bilgileri çağıramayacak) dolayısıyla da hafızamdaki o bilgilerin hangi duygulara bağlı olduğu da bilemeyeceğim. Yukarıda da ifade edildiği gibi baktığım o şey, bana mı ait, sevdiğim bir yiyecek mi, bir dost mu veya düşman mı olduğu bilgisi belirsiz kalacaktır.

Yukarıda, NE PATİKASININ hasarlı olması veya ameliyatla alınması durumunda hastanın çevresini sanki soyut sanat galerisindeymiş gibi göreceğini (hissedeceğini) söyledik. Peki, mademki NE PATİKASI yoksa veya hasarlı ise hastanın hiçbir şey görmemesi gerekmez miydi? İşin ilginç tarafı, NE PATİKASI çalışmaz iken, hastaya doğru bir şey (varsayalım bir top) atılsa, hasta, kendisine atılan şeyin ne olduğunu bilememekte ama atılan şeyi normal bir insan gibi tutabilmektedir. İşte bu durumda baktığımız o şeye ait ve ne olduğu hakkında bilgilerin dışında ve yine o şeye ait başka bilgiler (o şeyin ne olduğunun dışındaki bilgileri sağlayan bilgiler) hastanın o şeyi tutmasını sağlamaktadır. Bu bilgiler NASIL PATİKASI tarafından sağlanmaktadır.

NASIL PATİKASI (DORSAL PATİKA)
NE PATİKASIna ait paragrafın sonunda “o şeyin ne olduğunun dışındaki bilgileri sağlayan bilgiler” şeklinde bir ifade kullandık. Bu ifade ile ne demek istiyoruz? Bu ifade ile o şeyin rengi, şekli, büyüklüğü gibi bilgileri değil, o şeyin nerede olduğu, o şeyin bizden ne kadar uzakta olduğuna ait konum bilgilerini kastediyoruz.

İşte, NASIL PATİKASI burada devreye giriyor. Çünkü NASIL PATİKASI bize, baktığımız cismin nerede olduğu, bizden olan uzaklığı, baktığımız ortama ve diğer eşyalara göre hangi konumda olduğunu algılatıyor. Bu nedenle, NE PATİKASI hasarlı bir kişiye doğru atılan bir şeyi, hasta kendisine doğru ne atıldığını tanıyamasa da, atılan şeyi tutabilir.

Görülüyor ki, NE PATİKASI ve NASIL PATİKASI aynı anda çalışarak, biz, o şey hakkında bilgi edinebiliyoruz.

NASIL PATİKASININ ne iş gördüğünü daha iyi anlamak için NE PATİKASI çıkarılan maymunlar üzerinde yapılan deneylere bakalım. Tabii ki NE PATİKASInın çıkarılması ile aynı zamanda bu patikanın olmamasından dolayı da, görsel olarak nelerin aksadığını görmek mümkündür.

Chigaco Üniversitesi’nden iki bilimci Heinrich Klüver ve Paul Bucy, maymunlarda NE PATİKASInı içeren temporal lobları çıkardıkları zaman, hayvanlar, kafesin duvarlarını tanıyamadıkları halde, duvarlara çarpmadan gezinebilmekteydiler. Çünkü, NE PATİKASI yok da olsa, NASIL PATİKASI çalışmakta idi. Duvarlara çarpmamalarının sebebi, ne olduklarını bilemeseler de kendilerinden belli bir uzaklıkta bir şeylerin (duvar) olduğu bilgisi NASIL PATİKASI tarafından sağlanmaktaydı. Ancak, maymunların ellerine yanan bir sigara veya jilet verildiğinde, ağızlarına atıp çiğnemeye başlıyorlardı. NE PATİKASI çıkartılmış erkek maymunların her biri, tavuk, kedi hatta deneyi yapan insanlarla bile çiftleşmeye çalışıyorlardı. Hiperseksüel değillerdi. Sadece türleri tanıyamıyorlardı.


Eğer NE PATİKASI hasarlanmış olan hastaları bir koridora getirip, önlerine de çeşitli engeller rastgele koyulduğu zaman, hastalar, önlerindeki engellerin ne olduğunu anlamasalar da, ne duvara ne de bu engellere çarpmadan koridor boyunca yürüyebilmektedirler.

Video, görsel korteksi hasarlı hasta ile yapılan deneyi göstermektedir.


ESKİ PATİKA
Şimdi tekrar, yukarıdaki görsel patikaların gösterildiği şekle geri dönelim. Şekilde, gözümüzden çıkan optik sinirlerden bir kolun (yeşil) ayrılarak süperior kollikus olarak isimlendirilen yere gittiği (ESKİ PATİKA), buradan da NASIL PATİKASInın bulunduğu alana yönlendiği görülür (Sarı ok). Bunun anlamı, görsel korteks (V1) alanından mavi ok ile gelen bilgilerin, benzerinin ESKİ PATİKAnın uzantısı olan patika (sarı ok) ile de sağlandığıdır. Diğer bir ifade ile, ESKİ PATİKA, NASIL PATİKASInda olduğu gibi, baktığımız şeyin nerede ne konumda, bizden ne kadar uzakta olduğu bilgisini sağlamaktadır.

Buradan alıyoruz ki, NASIL PATİKASI ile NE PATİKASINA görsel bilgi sağlayan görsel korteks (V1) alanı hasarlandığı zaman, NE PATİKASI için değil ama NASIL PATİKASININ ihtiyacı olan bilgilerin benzeri, ESKİ PATİKAnın uzantısı (sarı ok) ile sağlanıyor demektir.

Peki aynı bölgeye iki ayrı patika ile neden aynı bilgiler sağlanıyor diye sorulabilir. ESKİ PATİKA diye adlandırılan görsel yolun, evrimsel olarak eski bir oluşum olduğu ve sonraki süreçte YENİ PATİKAnın, daha detaylı görsel bilgi sağlamak üzere geliştiği düşünülmektedir.

ESKİ PATİKA bize geçmiş dönemde büyük avantajlar sağlamış olmalı. Çünkü, ESKİ PATİKAnın bir uzantısı da Amigdala ismi verilen yere gitmektedir. Amigdala beynimizin her iki yarım küresinin ortasına yakın yerde bulunan, primatların cinselliğinde rol aldığı gibi, korkmasında, kaçmasında veya saldırmasında da rol almaktadır. İnsanlarda da mevcut olan amigdala, gözlerden gelen bilgileri, görsel korteksten çok daha önce beyne taşıyarak, bireyin hayatta kalmasını sağlamış olmalıdır. Söz gelimi, bir şeyden habersiz olarak otururken, sağımızdan veya solumuzdan bize doğru bir cisim geliyor olduğunda, görsel korteksten (V1) daha önce ESKİ PATİKA devreye girerek bizi uyarmakta, eski patikanın sağladığı ilk bilgi ile daha detaylı bilgi edinmek için başımızı o tarafa çevirir ve YENİ PATİKAnın devreleri ile daha detaylı görsel bilgiler ediniriz. Eski sistem bugüne kadar “erken uyarı sistemi” olarak günümüze kadar korunmuş olabilir. Eski sistem, bir anlamda bana korunmam konusunda bir refleks sağlıyor görünmektedir. Çünkü, bir tehdit anında ESKİ PATİKAnın, YENİ PATİKAya göre sinyal iletme hızının daha fazla (daha kısa sürede) olduğu bilinmektedir. Şekilde görüldüğü gibi, bizi tehdit eden bir şey gördüğümüzde (aslında buna ilk anda görmek denmez) bu tehdit bilgisi (şekildeki yılan) görsel korteksimize (V1) gitmeden çok daha önce amigdalaya gitmekte, biz de, henüz bilincimiz dışında yani yılanın yılan olduğunu anlamadan önce oradan kaçınma davranışı gösteririz. Bunun bir başka anlamı şudur. Bizi tehdit eden şeye ait bilgi önce amigdalaya gider, bu ilk bilgi bizi o şeyden kaçınma hareketine sokar, sonra o şey hakkında YENİ PATİKA ile bilgi ediniriz. Daha açık söylemek gerekirse, önce o şeyden kaçar ve daha sonra kaçtığımız şeyin ne olduğunun farkına varırız. Tabii ki burada, o şeyin ne olduğunu bilmeden kaçmamızı sağlayan bilginin, çok önceden, evrimsel sürecin bir parçası olarak amigdala yerleşmiş ve bu bilginin de genlerle kuşaklar boyunca günümüze kadar taşınmış olabileceğini söyleyebiliriz. Tehdit anında görsel bilginin, görsel korteksten(V1) daha önce amigdalaya ulaşması bize, şu soruyu sormamıza neden olmaktadır. Korktuğumuz için mi kaçarız, kaçtığımız için mi korkarız? Garip gibi gelen bu düşünceye baktığımızda, kaçtığımız için korkarız kavramı pek de yabana atılmaz gibi görünüyor. Bütün mesele, gerçek işlerliği sorgulayıp, kalıplaşmış düşünce sistemimizin dışına çıkabilmek.

İlave bilgi olarak, görsel korteksteki (V1) hasara rağmen karşımızdakinin yüz ifadelerini tahmin edebilme, retinadan çıkan sinirlerin, doğrudan süperior kollikus ve amigdalaya gitmesiyle oluşmaktadır. Yine burada, benim için hangi yüz ifadesinin bir tehdit, hangisinin bir dost olduğuna dair temel bilgiler amigdalada evrimsel süreç içinde birikmiş olmalıdır. Sonuç olarak, yine ESKİ PATİKA devreye girmiştir.

DİANE FLETCHER, GÖRMEYİ (!) NASIL BAŞARDI?
Şimdi, yazının başındaki Diane Fletcher olayına dönersek, şunları söyleyebiliriz. Diane’nın görsel korteksi (V1) alanı karbon monoksitten dolayı hasara uğramıştı. Dolayısıyla, Diane’nın gözünden gelen optik sinirlerin (kırmızı renk) görsel kortekse getirdiği bilgiler burada sonlanıyordu. Çünkü, görsel korteks (V1) alanı bu bilgileri işleyemediği için, buradan çıkan ve bizim görmemizi sağlayan NE PATİKASI ve NASIL PATİKASINA bilgi gönderemiyordu. Diane, karanlıktan başka bir şey görmüyordu. Ancak, görsel patikaları gösteren şekle baktığımızda, gözden çıkan optik sinirlerin (kırmızı) belli bir yerden sonra başka bir dal ile (yeşil) dallanarak süperior kollikus denen yere gittiği ve buradan da başka bir patika (sarı ok) ile NASIL PATİKASININ bulunduğu alana bilgi taşıdığını görüyoruz. Diğer bir ifade ile, Diane olayında NASIL PATİKASInın sağlayamadığı bilgi ESKİ PATİKA (yeşil ve sarı) tarafından sağlanmaktaydı. Bu nedenle de Diane Fletcher, nöropsikolog David Milner’in elindeki kalemi bir uzanışta alabilmiş, elindeki mektupları, posta kutusunun aralığının yönü ne tarafa doğru olursa olsun, mektupları bu aralığa denk getirebilmişti. Diane, nereye bakarsa baksın bir karanlıktan öte bir şey görmüyordu. Hele hele baktığı şeyin ne olduğunu hiç bilmiyordu. Diane, görmediği ve ne olduğunu bilmediği bir cismin NEREDE olduğuna dair bilgi, ESKİ PATİKA tarafından sağlanıyordu. Diane, cismin kalem olduğunu bilmiyordu ama nerede olduğunu biliyordu. Bu nedenle, elini uzatıp, nöropsikoloğun elindeki kalemi almış ve sonra elinle yoklayarak, elindekinin bir “kalem” olduğunu söyleyebilmişti. Yine benzer şekilde, elindeki mektupları, posta kutusunun deliğinin nerede ve hangi yönde olduğunu aynı yolla sezgileyip, mektupları atabilmişti. Diane’ya bu görmeyi (sezgiyi) sağlayan, ESKİ EVRİMSEL PATİKAydı.

HAREKET KÖRLÜĞÜ (ORTA TEMPORAL V5 (MT) HASARI)
Yandaki şekle baktığımızda görsel korteks (V1) alanından başka V2, V4, V5 (MT) alanlarının da olduğunu görüyoruz. Biraz da bunlarla ilgili bilgiler aktarmaya çalışalım.

V5 (MT) alanı baktığımız cismin hareketlerini algılar. V5 (MT) alanının hasara uğraması durumunda, baktığımız nesnelerin hareketlerini algılayamaz hale geliriz yani hareket körlüğü meydana gelir. Böyle bir durumda, giden bir arabaya veya koşan bir kediye baktığımız zaman gördüğümüz şey, arka arkaya gelen durgun (statik) resimler gibidir. Sözgelimi, hareket alanı hasarlanmış bir hasta, karşıdan karşıya geçmeye korkar. Karşıdan karşıya geçerken, geçen arabaları görür, plakalarını okuyabilir, arabanın rengini bile söyleyebilir ancak hızını kestiremez. Hızını kestiremediği için de, uzaktaki bir arabanın, karşıdan karşıya geçme anında kendisinden ne kadar uzakta olabileceğini bilemez. Hareket körlüğü olan hastalar, karşısındaki ile konuşurken, kendilerini telefonda konuşuyormuş gibi hissederler. Çünkü, karşısındaki kişinin değişen mimiklerine ait ifadeleri göremezler. Bir bardağa su koyarken, bardağı taşırmadan dolduramazlar. Çünkü, suyun, bardaktaki yükselme hızını (dolayısıyla hareketini) göremezler. Bu durumdaki hasta, ya bardağı yarım bırakır ya da taşırır.

Orta temporal lobun hareket algılayan bölgesinde, öyle sinir hücre grupları (nöronlar) var ki, bir cisim (sözgelimi bir araba) gözümüzün önünden sağa doğru giderken ateşlenmekte (faaliyete geçmekte), aynı cisim sola doğru giderken ateşlenmemekteydi. Bunun da anlamı, farklı yönlerdeki hareketi algılamak için farklı sinir hücrelerinin uzmanlaşmış olduğudur.

Hazır, hareket körlüğü üzerine bir şeyler söylerken, kurbağaların da avlarını harekete dayalı olarak görüp avladıklarını söyleyelim. Daha açık söylemek gerekirse, bir sinek, kurbağanın hemen yanı başındayken, kurbağa onu bir av (yem) olarak algılamaz. Sinek uçmaya başladığı anda, kurbağanın beynindeki hareket algılamadan sorumlu sinir hücreleri harekete geçmekte ve dolayısıyla avını avlayabilmektedir. Bunun anlamı kurbağalar, gördükleri sinekleri sinek oldukları için değil, hızlı hareket eden küçük nesneler oldukları için avlayarak yerler. Dolayısıyla sinek, kurbağanın görüş alanında ve hareketsiz kaldığı müddetçe, kurbağa sineğin farkında olmayacaktır.

V2 alanı ise, baktığımız şeyin şekil algısını sağlar. Baktığımız şey, üçken mi, yuvarlak mı, köşeli mi gibi bilgiler V2 tarafından işlenerek idrak alanımıza gönderilir.

RENKLERİ GÖRMEK
Yukarıdaki şekilde gösterilen V4 alanı renkleri görmemizi sağlar. Elbette ki renk görme sadece beynimizdeki V4 alanı ile ilgili değildir. Çünkü, gözümüzde retinadaki renk algılayan hücreler olmadığı zaman, V4 alanı tek başına renkleri görmede işe yaramayacaklardır. Buna karşılık, retinamızdaki renk algılayıcılar sağlıklı olsa bile, eğer beynimizin her iki yarıküresindeki V4 alanı hastalık veya kaza nedeniyle hasar alırsa, retinadan gördüğümüz şeye ait gelen renk ile ilgili bilgiler, rengin nihai olarak işleneceği bir yer bulamayacağı için, kişi renk körü olacaktır. Diğer bir ifadeyle, V4 alanı hasarlanmış kişi, çevresini siyah beyaz resimlerdeki gibi görecektir.

Bu arada, “kör görüş” veya “Körgörü” olarak Türkçeye çevrilen “blindsight” kelimesi, yine bu alanda çalışmaları olan Oxford Üniversitesin’den Dr. Lawrence Weiskrantz tarafından nöroloji/psikonöroloji literatürüne kazandırılmıştır.

GÖRSEL KORTEKS (V1) ALANI HASARLANMIŞ KİŞİLERLE YAPILAN DENEYLER
Görsel korteksi (V1) alanı hasarlanmış hastalarla aşağıda deneyler yapılmıştır. Hastalar, kendilerine verilen talimatları yadırgasalar ve yapabilecekleri konusunda endişeleri olduğunu söyleseler de, istenileni yerine getirebilmekteydiler. Bu deneylerden biri, Diane Fletcher’e yapılan posta kutusu deneyidir. Yukarıda da ifade edildiği gibi, hastanın eline bir dizi mektup verip daha sonra, posta kutusuna benzer bir cihazda, hastanın haberi olmadan sağa sola döndürülebilen yarıktan içeri atmaları istendiğinde, hasta, elindeki mektupları, yarığın yönünü belirleyip, kutudan içeriye rahatlıkla atabilmişlerdir.

Aynı hastalara, karşısındaki perdeye yandaki şekilde görülen çizgiler yansıtıldığında, hastalar, çizgilerin ne tarafa eğik olduğu söyleyebilmekteydiler.

Keza, görsel korteksi (V1) hasar almış bir hastaya bir tenis topu gösterildi. Tabii ki hastanın, kendisine gösterilen şeyle ilgili en ufak bir fikri yoktu. Hasta, kendisine sadece bir şey gösterildiğini biliyordu ama gösterilen şeyin piramit şeklinde mi, yuvarlak mı veya küp şeklinde mi söyleyemiyordu. Ancak, tenis topu kendisine atılınca tutabiliyordu. (ESKİ PATİKA)

Görsel korteksi (V1) alanı hasarlanmış kişilerle yapılan deneylerde ilginç bir durum daha görülmüştür. Bu hastalar beyaz perdenin karşısına oturtulmuşlar ve sonra da perde üzerinde ışıkla bir nokta oluşturulmuştur. Hastadan, ışık noktasının perdenin neresinde olduğu sorulduğunda hasta, biraz gecikerek de olsa, ışığın yerini, perdenin sağında, solunda, ortasında veya üst tarafa yakın gibi ifadelerle bildirmiştir. Ancak, hastadan ışığın yerini, söyleyerek değil de parmağıyla işaret ederek göstermesi istendiğinde, daha hızlı tepki verdiği görülmüştür. Diğer bir ifade ile, beyin, eski patikayı kullanarak, ışığın bulunduğu yerini söyleyerek göstermeye göre, parmakla veya elle işaret ederek göstermede daha hızlı davranmaktadır.

İlginç olan bir başka konu ise, bu hastalar, kendilerine gerekli olan şeyleri, bilgilendirilmedikleri müddetçe farkında olmamalarıdır. Sözgelimi, ne kadar susamış olurlarsa olsunlar, önlerindeki su dolu şişenin farkında değillerdir. Hasta, yardımcı olan kişiden su istediğinde, yardımcı, hastanın önünde su olduğunu söylediği zaman ESKİ PATİKAnın yardımı ile şişeyi fark eder ve alıp içer. Tabii ki burada fark ettiği şey şişe değildir. Sadece, birisi suyun varlığından bahsettiği için orada su olduğunu bilir. ESKİ PATİKA, şişenin, kendisinden ne kadar uzaklıkta olduğunun bilgisini verir; böylece hasta uzanarak şişeyi alır.

YÜZ TANIMA HÜCRELERİ (FUSIFORM GYRUS)
Beynimizde oksipital lob ile temporal lobların kesiştiği yerde (beynin bölümlerini gösteren şekil) öyle sinir hücreleri (nöronlar) vardır ki, bu hücreler yüzleri tanımada uzmanlaşmışlardır. Eğer bu kısımdaki hücreler hasar alırsa, yüzleri tanıyamaz hale geliriz.

Ed Rols, Charlie Gross ve David Perratt adlı üç araştırmacı, maymunların beyinlerindeki yüz tanıma nöronlarının bulunduğu yere yerleştirdikleri elektrotlarla bunu deneyimledirler. İnceleme yapılan bu alandaki sinir hücreleri, maymun tanıdığı yüzleri gördükçe ateşlenmekteydiler. Maymunlarla yapılan deneylerde şunu gördüler. Herhangi bir maymuna, maymunların liderinin resmi gösterildiğinde beyinde belli hücre grubu faaliyete geçerken, eşi gösterildiğinde başka bir hücre grubu, arkadaşı gösterildiğinde daha başka bir hücre grubu faaliyete geçti. Başka bir ifade ile, beynin bu bölümü sadece yüzlere tepki vermek üzere uzmanlaşmıştı. Bu alandaki hücreler, karşımıza biri çıktığında, bu kişinin dost mu, düşman mı olduğu, en son nerede karşılaştığımıza ve daha bilgiler konusundaki bilgilerle beraber, bizdeki o kişiye ait yüz ile ilgili duyguların da tetikleyicisi oluyordu.

Yüzleri tanımada uzmanlaşan bu bölgeye fusiform gyrus adı verilir.

İlginçtir ki, nasıl ki bir kişiye bir yüz resmi gösterildiğinde yüz tanıma alanındaki (fusiform gyrus) hücreler ateşleniyorsa, bir kişiye manzara resmi gösterildiğinde veya manzaraya baktığında yine fusyform gyrus sinir sistemi üzerinde bulunan ve parahipokampal adı verilen yerdeki hücreler ateşlenmektedir. Anlaşılıyor ki, baktığım şeye göre, beynin başka yerleri uzmanlaşmış gibi görülmektedir.

Yukarıda da söylendiği gibi, bir kişide fusyform gyrus alanı hasara uğradığında kişi, karşısındaki gördüğü halde tanıyamamaktadır. Hâlbuki yüz tanıma alanı hasar almış kişi, başka bir şeye baktığında (kalem, televizyon, ağaç vb.) diğer kişilerden hiçbir farkı olmayacak şekilde görmekte ve baktıklarını tanıyabilmektedirler.

ZAMANI GEÇ ALGILAMAK
Beynin görmeye yönelik olarak işlediği bunca bilgi aynı andalıklı mıdır? Bir başka deyişle, beynin otuz ayrı yerinde işlenen bilgiler birleşerek tek bir görüntü oluşumunun sağlaması için, aynı anda mı çıktı üretirler?

Yapılan araştırmalar, her bir alanın veri işlemelerinin farklı zamanda olduğunu göstermektedir. Bunu şu şekilde anlatmaya çalışalım. Diyelim ki önümüzden kırmızı bir araba geçtiğinde, bu arabaya ait her bir özellik, beynimizin yukarıda anlatıldığı gibi farklı yerlerinde işlenir ve sonra birleşerek bir bütün oluşturur. Önce arabanın nerede olduğuna dair “yer” bilgisi, sonra bu şeyin bir araba olduğuna dair “ne” bilgisi, arkasından arabanın kırmızı olduğuna dair “renk” bilgisi ve nihayetinde arabanın hareket ettiğine dair “hareket” bilgisi gelir. Örnek olarak, arabanın hareket bilgisi, arabanın kırmızı olduğuna dair renk bilgisinden 80 milisaniye (0,08 saniye) sonra gelmektedir. Genel anlamda diyebiliriz ki, algı bütünlüğünün oluşması için (hareket eden kırmızı renkli araba) her bilgi, son bilgi gelene kadar beklemektedir. Bunun da anlamı, beynimizdeki bilgilerin farklı zamanlarda işlenip bir bütün oluşturması için geçen bu süreler toplandığı zaman, hayatı yaklaşık yarım saniye kadar geç algılıyoruz demektir. Beynimiz, bize bu gecikmeyi fark ettirmemektedir. Yani bizim “şimdi” dediğimiz an aslında yarım saniye geçmiş olan “sonraki” bir “ânı” işaret etmektedir. Hatırlarsanız, “Beynimiz ve Biz -11 (Benjamin Libet Deneyi / Özgür İradeye Sahip Miyiz?)” makalesindeki “gecikmenin” bir başka yüzü, burada karşımıza çıkmaktadır.

Bazen, bize mucize gibi gelen bir olayın, açıklanabilir bir nedenini çoğu zaman sorgulamaz ve araştırmayız. Bunun yerine, o zamana kadar elde ettiğimiz düşünce sistemimize (!) uyacak şekilde gerçekleri çarpıtır, rasyonalize eder, beynimizde hiç değiştirmediğimiz / değiştiremediğimiz bilgilerle açıklamaya zorlarız; doğaüstü bir güç olarak anlamlandırırız. Böyle, anlamlandırmanın altında yatan neden, bir bakıma, böyle olayların insanın kibrini ve gururunu yüceltmesine yardımcı olmasıdır. Çünkü, bu veya benzeri metafizik (altıncı his vb) olayların bir parçası olmak, ona (insana), doğanın kendisine bahşettiği bir üstünlük gözü ile bakmasına, kendisini diğer canlılardan ayrı tutmasına, dolayısıyla bir insan olarak kendisini özel hissetmesine, evrenin önemli bir parçası olarak görmesi ve kendisini yüceltmesine neden olmaktadır. İnsan beyni genelde, doğadaki kalıcılığını sağlamak üzere bilgiye kestirmeden ve kolay ulaşabilecek şekilde evrimleştiğini söyleyebiliriz. Çünkü eski insanın, bir aslan karşısında bu nedir diye düşünmesine fırsat kalmadan ya avlamalı ya da kaçmalıdır. Aksi halde, fazla düşündüğünde av olacaktır. Belli ki kestirmeden karar alarak açıklama getirenler, o günlerden kalma zihinsel sistemi günümüze taşımış olabilirler. Nihayetinde, araştırmadan, sorgulamadan zihnin bu kolaycı yapısı, evrensel olayları mucize gibi algılamamıza neden olmuş olması büyük bir olasılıktır. Halbuki, evreni, evrenin kendi bilgisiyle açıklamak bunun için çaba göstermek daha gerçekçi olmalıdır Ne dersiniz?

Erol

Kaynaklar:
  • Alıcı Tevfik, Gerçek Bir Yanılsama Bilinç, Metis Yayınları (2013)
  • Mark Solms-Oliver Turnbull, Beyin ve İç Dünya,  Metis Yayınları (2013)
  • V.S. Ramachandran, Beyindeki Hayaletler, Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi (2011)
  • http://blogs.scientificamerican.com/observations/2010/04/22/blindsight-seeing-without-knowing-it/

0 yorum:

Yorum Gönder