Zen, Budizm'in bir koludur. Aydınlanmak amacıyla yaptığı meditasyonlara verdiği önemle göze çarpar.* Zen hikayeleri de zen üstadları ile çırakları arasındaki diyaloglardan, zen ustalarının ve rahiplerinin hikayelerinden oluşan kısa, öz, aydınlatıcı, hoş ve esprili hikayelerdir. * 

Normalde 'bilgelik hikayeleri' etiketli yazıları pek sevmem. Ancak Zen bilgeliğine ve aydınlanmasına beslediğim sempati, aşağıda derlemiş olduğum hikayelerin gerçeği ne kadar yansıttığı tartışmalı olmakla birlikte, böyle bir paylaşımı yapmam gerektiği kanısını uyandırdı. Zaten beylik laflar içeren, sevgi, barış, adalet temalı hikayeler yerine gerçekten beğendiğim ve gerek Zen ile uyumlu olan gerekse de olmayan hikayeleri paylaşmayı uygun gördüm. 

Zen hikayelerini birçok farklı kaynaktan derlediğim için ve asıl kaynaklarını bulamadığım için belli bir kaynakça sunamıyorum. İyi okumalar. 

1. 
"Zen ile uğraşmadan önce dağlar birer dağ, kuşlar birer kuş, nehirler de birer nehir gibi gelirdi gözüme." demiş bir zen üstadı. "Zen ile uğraşmaya başladıktan sonra anladım ki o gördüğüm dağlar dağ değilmiş, kuşlar kuş, nehirler de nehir değilmiş. Zen ile uğraşıp aydınlandıktan sonra gördüm ki o dağlar birer dağ, kuşlar birer kuş, nehirler de birer nehirmiş." 

2.
Öğrenci ustasına sorar: “Ego nedir?” Usta yüzünü buruşturarak öğrenciye dönüp: "Bu ne kadar aptalca bir soru. Bunu sadece bir aptal sorabilir." der. Öğrenci allak bullak olur, öfkeden kıpkırmızı kesilmiştir. Usta gülümser ve şöyle der: “İşte ego budur!”
* İntihara meyilli olmak, yasalara saygılı pısırık katillere mahsustur; öldürmekten korktuklarından, kendilerini yok etmeyi düşlerler, cezalandırılmayacaklarından emin olarak.

* "Tıraş olduğum zaman," diyordu yarı-delinin biri, "Tanrı değilse kim, gırtlağımı kesmeme engel oluyor?"

* Üst üste düşüncesizlik edip kendini öldürmeyi ihmal eden kişi, kendi kendine, acıda kıdemli birinin etkisini yapar; intihardan emekli birinin etkisini.

* Şüphelerimi zahmetle elde ettim; hayal kırıklıklarımsa, sanki beni ezelden beri bekliyormuş gibi, kendiliklerinden geldiler -temel bir içe doğuş halinde.

* Kendi mezartaşını yazan bir yerkürede, terbiyeli cesetler gibi davranacak kadar ağırbaşlı olalım.

* Bir hasta bana şöyle diyordu: "Benim acılarımın neye hayrı var? Acılarımdan yararlanabilecek, ya da onlarla böbürlenebilecek bir şair değilim ki."
Mike Leigh'in yazıp yönettiği Naked benim açımdan gelmiş geçmiş en iyi filmlerden biridir. Ancak elbette ki bu 'en iyi film' kıstasını açmakta fayda var: Film, toplumsal değerleri simgeleştirerek önümüze sunmaktadır ve filmin kahramanı olan Johnny bu toplumsal değerlere aykırı olan, bir açıdan nihilist bir açıdan anarşist yapıda olan biridir.

Film boyunca birtakım olaylar gerçekleşir ve bunlar simgeleştirildiği için birçok kişi için anlamsız görünür. Örneğin; ev sahibi olmadığı halde evde oturan kadınlar tarafından ev sahibi sanılarak, eve gizlice girmiş olmasına rağmen, evde istediği gibi dolaşan zengin adam bununla yetinmez ve hatta kadınlara tecavüz eder. Burada günümüz mülkiyet anlayışına sağlam bir eleştiri getirilmektedir. Zira, kadınlara tecavüz eden adam hiçbir hakkı olmamasına rağmen ev sahibi olduğunu düşündürtmekte ve sırf kadınlar o adamı ev sahibi olarak değerlendirdiği için onun kendi hayatları üzerinde haklara sahip olduğunu kabul edip, içselleştirmektedirler.
Bu sahne, Zeki Demirkubuz'un yönetmenliğini yaptığı Yazgı adlı filmden bir kesittir. Filmin ana senaryosu Albert Camus'nun Yabancı adlı eserinden ilhamını almıştır. Filmin tamamını izlemenizi öneririm, ancak böylesine sağlam bir film için 'spoiler' olarak değerlendirilemeyecek bu sahneyi ayrıca paylaşmak istiyorum. (Bu noktada 'spoiler'ın çerez filmler için geçerli olduğunu, özellikle dram türünün örneği olan filmlerde sadece sonun değil, tüm filmin bir organizma olarak değerlendirilmesi gerektiğini düşündüğümü ifade etmeliyim)

Bu sahnede, bir aileyi öldürmekle suçlanan Musa, idam cezasını ifazını beklerken, asıl katilin itirafta bulunmasıyla idamdan kurtulduğunu öğrenir. Hapishaneden çıkmak için son işlemlerin yapılmasının beklendiği sırada savcının Musa ile gerçekleştirdiği diyalogda savcı Musa'nın neden suçsuzluk iddiasında bulunmadığını ve tanrıya neden inanmadığını öğrenmek ister.
İnanca dayanan doğaüstü tasarımlar ve işlemler sistemi.

Arkeolojik araştırmalar dinsel tasarımların ancak elli bin yıldan beri varolduklarını tanıtlamışlardır. Demek ki insan yirmi milyon yıl din düşüncesinden uzak yaşamıştır.

İlk tasarımlar insanın doğa karşısında duyduğu güçsüzlük duygusundan doğmuştur. Dinle bu temel nedeni her zaman taşımışlar, zamanla daha da derinleştirmişlerdir. İnsanla doğaüstü güç arasındaki ilişki, daima bir efendi-köle ilişkisi olarak kalmıştır. Pek korkulan ölüm olayını anlayıp açıklayamamak da bu ilişkinin efendi yararına kökleşmesini sağlamıştır, efendi öylesine güçlüdür ki ölümden sonra da yardımını ve koruyuculuğunu sürdürecektir. Önce, totemcilik adı verilen hayvanlarda ve bitkilerde koruyucu güçler görme olayı çoktanrıcılığı gerçekleştirmiş, zamanla gök saltanatında da yer saltanatında olduğu gibi bir efendilerin efendisi (kral)’ni arama eğilimi çoktanrıcılığı tektanrıcılığa dönüştürmüştür.

Antik toplumdan toprak köleliğine dayanan feodal topluma geçilince de dinler, devlet dini olmuşlardır. Alman idealisti Hegel, Din Felsefesi Dersleri’nde, özetle şöyle der: "Hintli için doğaüstü güç her şeydir, insan hiçtir. Yunanlı için insan her şeydir, doğaüstü güç pek az şeydir. Hıristiyanlıksa insanda gerçekleşen tanrı düşüncesiyle İnsan-tanrı bireşimine girişmiştir. Buna ussal bir biçim verilmesini de felsefe gerçekleştirmektedir."

Bilgiyi aramak ve sevmekten doğan felsefe, Batı’da ve Doğu’da yüzyıllar boyunca, Tanrı bilgisini aramak ve sevmek niteliğine bürünmüştür. İlkin insanların ölüm ve yokolma korkularının avuntusu olan din, giderek, yoksulluklarının avuntusu olmuştur.

Orhan Hançerlioğlu
Felsefe Sözlüğü, sf. 63, Din
İnsan hayatının yarısı uydurmakla geçer. İşin tuhafı, bunu kimseyle paylaşamaz.
- Virginia Woolf

Yaşamı, yaşamını doğrulamaya yönelik acil ve umutsuz bir çırpınıştı.
- Jonathan Safran Foer

İnsan her zaman, kağıda dökebildiğinden daha iyi bir kitap taşır kafasında.
- Michael Cunningham

İçten davrandığın halde, yine de gösteriş yaptığın olur.
- Fyodor Dostoyevski

Canavarlıklar hep haklı bir davanın görüntüsü altında işlenir.
- Kiran Desai

Yazık ki, gerçekler çoğu zaman ince bir zeka ürünü değildir.
- Fyodor Dostoyevski

Black Mirror, 3 ayrı kısa filmden oluşan ingiliz yapımı bir mini dizi projesidir. Bölümlerin konuları, yönetmenleri, oyuncuları tamamen farklı olmasına karşın ortak bir temaları vardır: Teknolojinin kendi doğamıza nasıl aykırı hale gelebileceği.

Birinci ve üçüncü bölüm harikulade olmakla birlikte özellikle ikinci bölümü beğendim, zira teknolojik distopyayı direkt karşısına almış ve günümüz modern dünya anlayışına en sert eleştiriyi bu bölümde indirmişlerdir.

Dizinin yaratıcısı Charlie Brooker, Black Mirror'ın temasını kısaca şu sözlerle açıklamaktadır:

"Teknoloji bir ilaçsa -ki bir ilaca benziyor- yan etkileri tam olarak nelerdir? Black Mirror (Kara Ayna) dizisi, (teknolojiden kaynaklı) keyif ile huzursuzluk arasındaki bu alanda kurgulanıyor. Başlıktaki kara aynayı dizideki her duvarda, her masada, herkesin avucunda göreceksiniz : Televizyon, monitör, akıllı telefonların soğuk, parlak ekranı."*

Serinin ikinci bölümü olan 15 Million Merits, aslında teknolojinin hakim olduğu bir gelecekte geçmiş gibi görünmekle birlikte günümüzün minyatür bir simgelemini de sunuyor.

Bu gelecekte herkes bisikletlere binerek veya toplumu yönetenlerin sundukları videoları izleyerek Merit yani erdem, özellik, yetenek, diğer bir deyişle yetkinlik kazanmaktadırlar. Kimileri bu meritleri günlük hayatında ihtiyaçlarına kullanmakta, kimileri ise 15 milyon merit karşılığında büyük sahneye çıkmaya hak kazanmaktadır. Bu sahne onlara ünlü olma şansı, videolara çıkma şansı ve bir daha bisiklete binmeyerek hayatını rahat içinde sürdürme şansı sunmaktadır.

Bu bölüm hakkına daha fazla ayrıntıya girmeden, şahsi olarak birkaç bir şey eklemek istiyorum: Bu kısa film, teknolojinin etrafımızı tamamen sardığı, gerçekliğin kaybolduğu, kısa yoldan rahat ve ün dolu bir yaşam için tüm hayatımızı aynı rutine bağladığımız, bu rutine katılmak istemeyenlerin aşağılandığı ve en önemlisi 'Big Brother' benzeri bir güç tarafından tüm toplumun kontrol altına alındığı uzak ancak bence yeteri kadar uzak olmayan bir geleceği konu ediniyor. Özellikle günümüzde kısa yoldan ün ve para vaat eden programlarla kıyaslayınca, teknolojik bakımdan gelişmiş aletler haricinde, bu distopyayla günümüz arasında yakından bir bağ kurabildim.

Hayyam