Vicdanın verilerinin çeşitliliği, onun kökenleri saptandıktan sonra daha iyi anlaşılır. İlk gençlik yıllarında bazı eylemler beğenilir, ötekiler beğenilmez. Çağrışımın doğal akışı ile haz ve rahatsızlık yavaş yavaş yalnızca davranışların beğenilmesine ya da beğenilmemesine değil, davranışların kendisine bağlanır. Aradan zaman geçtikçe ilk gençliğimizdeki ahlak eğitimimizi bütünüyle unutabiliriz, ama gene de bazı eylemler karşısında tedirgin olabildiğimiz gibi, bazıları bize bir erdemin parıltısını verebilirler. Bu duygular içgözlem yoluyla aydınlanmazlar, çünkü onların kökendeki nedenlerini unutmuşuzdur artık. Bu yüzden de söz konusu duyguların, tanrının yüreğimizdeki sesine bağlanması doğal olur. Ama gerçekte vicdan, eğitimin ürünüdür ve insanlığın büyük çoğunluğu eğitimcilerin isteklerine göre beğenme ya da beğenmeme konusunda belirli bir eğitimden geçebilirler. Böylece, ahlakın dışsal birtakım kurallardan arınmasını istemek haklı ise de, bu işin 'vicdan' aracılığıyla gerçekleştirilmesi olanaksız gibidir.

Bertrand Russell,
Bilim ve Din, Sayfa 155
A History of God (Tanrı'nın Bir Tarihçesi, Tanrı’nın Tarihi), Karen Armstrong tarafından 1993 yılında yazılmış olan ve temelde 3 büyük dinin tarihsel gelişimini anlatan bir kitaptır. Kitapta, insanoğlunun paganizm ile başlayan tanrı arayışının çeşitli aşamaları tarihsel süzgeçten geçiriliyor; semavi dinlerin ortaya çıkışı, gelişimi ve inanç sistemlerindeki ilginç noktalar anlatılıyor. Temelde, tanrı kavramının ve dolayısıyla dinlerin, insanın değişen dünya görüşüne ve yaşam koşullarına göre nasıl değiştiğinin altı çiziliyor, 3 büyük dinin bu kavrama dair farklı bakış açıları inceleniyor. Hem felsefi, hem de metafizik boyutuyla, insanların tanrı kavramını nasıl algıladıklarını ve nasıl deneyimlediklerini, hangi tarihsel olayların ne gibi inanç akımlarına yol açtığını ve bunların günümüze kadar ne şekilde geldiğini görmemizi sağlıyor.

Belgesel, çeşitli din adamlarının ve teologların yorumlarıyla, kutsal kitaplardan örneklerle ve animasyonlarla renklendirilmiş olup bir tarih belgeseli şeklinde izlenmesi gereken, ama aynı zamanda kendi inançlarımızı veya inançsızlığımızı sorgulamamızı tetikleyen bir belgeseldir. 2001 yılında televizyonlarda yayınlanmıştır. Bu özellikleriyle bilgilendirici olması bir yana, hem inançlı, hem de inançsız kesimden çeşitli tepkiler almıştır. Belgeselin büyük bir bölümünde hakim olan inançsız ama tarafsız üslup, sonlara doğru yerini, inanmak ile inanmamak arasında kalmış bir insanın üslubuna bırakır.
"Başka diyarlara, başka denizlere giderim, dedin.
Bundan daha iyi bir kent vardır bir yerde nasıl olsa.
Sanki bir hükümle yazgılanmış bir çabam;
ve yüreğim sanki bir ceset gibi gömülmüş oraya.
Daha ne kadar çürüyüp yıkılacak böyle aklım?
Nereye çevirsem gözlerimi, nereye baksam burada
gördüğüm kara yıkıntılarıdır hayatımın yalnızca
yıllar yılı yıktığım ve heder ettiğim hayatımın."

Yeni ülkeler bulamayacaksın, bulamayacaksın yeni denizler.
Hep peşinde, izleyecek durmadan seni kent. Dolaşacaksın
aynı sokaklarda. Ve aynı mahallede yaşlanacaksın
ve burada, bu aynı evde ağaracak aklaşacak saçların.
Hep aynı kente varacaksın. Bir başka kent bekleme sakın,
ne bir gemi var, ne de bir yol sana.
Nasıl heder ettiysen hayatını bu köşecikte,
yıktın onu, işte yok ettin onu tüm yeryüzünde.

Konstantinos Kavafis
Kaynak
The Scale of the Universe, evrenin en küçük yapı taşlarından en büyük parçası olan kendisine kadar bir cetvel şeklinde dereceli olarak kıyaslama yapabileceğimiz ufak bir interaktif yazılım çalışması. Yazılım aynı zamanda her büyüklük ölçütünden temsilen bir objenin genel bilgilerini de içermektedir. Bunun için nesnelerin üzerine tıklamanız yeterlidir.

Bu çalışmanın en önemli özelliği, insanların, evrensel bakımdan hangi boyutlarda olduğunu rahatlıkla gösterebiliyor olmasıdır. Dünya merkezli evren anlayışının ne derece yanlış olduğunu, 'string'lerden evrenin bir bütün olarak kendisine kadar bir çok farklı formun bulunduğunu görebiliyoruz.

Evrenin ve canlılığın ne denli geniş bir skalada yer aldığını, ve bilimin de bu skalayı ne kadar başarılı bir şekilde doldurmaya çalıştığını incelemek için aşağıdaki bağlantı adresine tıklayın.

Siteye Gitmek İçin Tıklayın...
Ben tanrıyım.
Bunu henüz hiç kimseye söylemedim.
Çünkü bazen tereddüt ediyorum; ama ben tanrıyım.

Ben tanrıyım.
Yüzerken insan kalabalıkları içinde
Soyunuk ve yarım kalmış
Soyunuk ve yalanlara boğulmuş.

Ben tanrıyım; ama hiç kimse bilmiyor bunu.
Bilmesin hiç kimse senden başka.
Hatta sen de bilme.

Tanrıyım ben
Ve zamanı daha geçen gün başlattım.
Dünyaya şeklini ben verdim.
Uzayın duvarlarını havaya ben uçurdum.

Ben tanrıyım ve bazen öyle değilmişim gibi davranmayı severim.
Özellikle acı çektiğim zaman.
Özellikle keyfim yerinde olduğu zaman.
Özellikle de bir uçak soğukkanlılıkla denize düşerken.

Ben gerçekten de bir tanrıyım.
Tek tanrı.

Bir ipe dizili tek boncuk.
Bir bacadan içeri süzülen tek kırlangıç.
Bir şiirdeki tek mısra.
Ve tek bir bilekteki kesik gibiyim.

Tanrı olduğumdan eminim ama
Aksini söylüyor bana bazen düşlerim.

Korkut Kabapalamut
Kaynak
Mana Neyestani, 1973 İran doğumlu karikatüristtir. Birçok dergi ve gazetelerde politik, ekonomik, kültürel karikatür çizmiştir. Özellikle insan hakları, düşünce özgürlüğü, kadın-erkek eşitliği üzerine karikatürler çizmektedir. Bununla birlikte, bir çok ödül de toplamıştır.

Aşağıda kendisine ait karikatürlerden ufak bir derleme bulunmaktadır. İsterseniz facebook sayfasını ziyaret ederek güncel olarak karikatürlerine ulaşabilirsiniz.




1. GİRİŞ
Immanuel Kant, "Aklımda merak ve saygı uyandıran iki şey vardır: Üzerimizdeki yıldız gibi parlayan cennet ve içimdeki ahlak yasası."[1] der. Bu bakımdan ahlak incelemeleri hep bir anlamda eksik kalır ve gizemliliğini korur. Burada yapmaya çalışacağım şey, ahlak üzerine rasyonel bir sorgulama yürütmektir.

Ahlaklı olmak, her modern bireyin kişisel misyonudur diyebiliriz. Bu misyon, özellikle toplum tarafından öğretilmekte ve desteklenmektedir. Diğer bir deyişle, ahlaklı olmak birey açısından, toplumda kabul görünmenin gerekli ve vazgeçilmez bir unsurudur. Bununla birlikte, ahlakın vicdani ya da tanrısal bir yanı olduğu da düşünülmektedir. Bunu savunanlara göre, ahlaklılık bireyin içindedir ve evrensel değerlere dayanmaktadır. Örneğin, "Başkasının malını çalmak hırsızlıktır." fikrinin evrensel ve yadsınamaz bir gerçek olduğu düşünülmektedir. Peki gerçekte durum nedir?

2. AHLAKIN DOĞUŞU
John S. Mill, "Ahlaki duygular doğuştan değil, sonradan kazanılır."[2] der. Bu sebeple ahlakın ne olduğunu anlayabilmek için önce ahlakın soyut bir düşünce olarak nasıl akıllarımıza girdiğini kavramamız gerekmektedir.

Ahlakın kökenine ilişkin ilk önemli ayrım ilkel kabilelerde ortaya çıkmaktadır. Buna göre, ilkel kabileleri iki ana sınıfta toplayabiliriz:

a. Totem ve tabu anlayışına sahip olmayan kabileler.
b. Totem ve tabu anlayışına sahip olan kabileler.
Bildiğiniz gibi günümüzde çoğu insanın evrim kuramı ile ilgili en büyük soru işareti, onun 'gözlenemez' (!) olmasından kaynaklanmaktadır. Elbette ki, bir bilim olarak evrim 'gözlenemez' ya da 'gözlenmemiş' değildir; tam tersine, her an, her saniye gözlenmektedir. Tek sorun, insanların 'gözlem' sözcüğünden tek anladığının anlık ve büyük gözlemler olmasıdır, topu bıraktığımızda yere doğru düşmesinin kütleçekimi göstermesi gibi. Ancak böyle bir bakış açısı, hastalıklara sebep olan virüslerin, her maddenin içerisinde bulunan proton, elektron ve nötronların (ve daha alt maddelerin), Dünya'nın kendi ve Güneş etrafında döndüğünün, Dünya dışında uzay boşluğunun olduğunun ve daha milyarlarca bilimsel gerçeğin reddini gerektirmektedir ki bu, görülebileceği gibi, akıl dışıdır. Tabii ki evrimin spesifik olarak 'daha fazla' reddedilmesinin bazı sebepleri var; onlara burada girmiyoruz.

Ancak bu yazımızda sizlere evrimin gerçekten, bir insan ömrü içerisinde, bol miktarda çaba ve uğraş ile de olsa gözlenebileceğini göstermek istiyoruz. Çoğu bilim düşmanı, evrim kuramı karşısında bir tavır alırken, 'evrimin gözlenemediği' argümanını kullanmaktadır. İşte bilim insanlarının bu cahil kitle karşısında cevap verme tenezzülünde bile bulunmamalarının sebebi, bu kişilerin cevap verilmeye değmez olmalarının yanısıra, literatürü bilmediklerinden boş konuşuyor olmalarıdır. Bakalım evrim, gerçekten de bu insanların iddia ettiği gibi hiçbir zaman 'gözlenmemiş' midir?

Bu yazımızda ele alacağımız deney, Prof. Dr. Richard Lenski'nin 20 yılına mal olmuş ve evrimin laboratuvar ortamında gözlenebileceğini ispatlayan deneydir. Önce, deneyi gerçekleştiren isimlerden bahsedelim, çünkü saygıyı sonuna kadar hak ediyorlar:

Richard Lenski, 13 Ağustos 1956 yılında doğmuş Amerikalı bir evrimsel biyologdur. Babası Gerhard Lenski, din sosyolojisi, sosyal eşitsizlik ve ekolo-evrimsel sosyal teoriye katkılarıyla bilinen ünlü bir sosyologdur. Richard Lenski, Oberlin Koleji mezunudur ve doktorasını University of North Carolina'dan almıştır. Günümüzde ise "Hannah Ayrıcalıklı Profesör" ünvanıyla Michigan State University'de akademisyenlik yapmaktadır. 1996 yılında prestijli bilim ödülü MacArthur Fellowship'i kazanmış, 2006 yılında ise Amerika Birleşik Devletleri Ulusal Bilimler Akademisi'ne girmeye hak kazanmıştır. 17 Şubat 2010 tarihinde Ulusal Bilimler Akademisi Evrim'i Gözleme Araştırmaları Bilim ve Teknoloji Merkezi'ni kurmuştur.

Evrendeki ince ayar kavramı, kozmologlar, fizikçiler, filozoflar tarafından uzun süredir gündemde tutulan ve tartışılan bir konudur. Bu yaklaşıma göre, dünyanın, yaşamın, özelikle de bilinçli canlıların oluşabilmesi için bazı temel fiziksel değerlerin çok dar sınırlar içinde kalması gerekmektedir. Bu değerlerin şimdikinden çok az farklı olması durumunda bile, canlılığın ortaya çıkmasının mümkün olamayacağını öne sürülmektedir. Bu konuyu yorumlayan teist filozoflar ve kozmologlara göre, evren canlılığın ve insan bilincinin ortaya çıkmasını sağlamak için bu derece ince ayarlanmıştır ve bu durum bir yaratıcının varlığının kanıtıdır. Teist olmayan filozof ve kozmologların bir kısmı ise multivers teorisini ortaya atmışlardır, bu teoriye göre, gerçekte tek bir evren değil, sınırsız sayıda çok evren vardır. Bu evrenlerin her birinde temel fiziksel değerler farklıdır. Bizim varolduğumuz evrendeki temel fiziksel değerler canlı oluşumuna izin vermektedir, bu nedenle biz bu evrende varoluyoruz, diğer evrenlerin çok büyük kısmında bildiğimiz anlamda canlılık yoktur. Olasılık yasalarının bir sonucu olarak çok sayıda evren içinden bir tanesinde canlılık oluşabilmesi şaşırtıcı değildir. Multivers teorisi uzun uzun tartışılmaya değer olmakla birlikte, bu yazıda üzerinde durulmayacak, evrenimizin gerçekte varolan tek evren olduğu varsayımına göre yorum yapılacaktır.

Evrende yaşamın ortaya çıkması için ince ayarlanmış görünen fiziksel değerlere örnekler:
İnsanlarda din ihtiyacını yaratan, her şeyden önce korkudur. İnsan kendini güçsüz hisseder. Onu korkutan üç şey vardır. Biri, doğanın ona yapabileceği şey: Doğa onu yıldırımla çarpabilir veya bir depremle yok edebilir. Öteki, başka insanların ona yapabileceği şeyler: Bir savaşta onu öldürebilirler. Üçüncüsü, ki dinle pek ilgilidir, insanın kendi azılı tutkularının ona yaptıracağı şey; durgun bir zamanında, yaptığına pişman olacağı şeyler. Bu yüzden birçok insan büyük bir korku içinde yaşar. Din de bu korkulara pek fazla kapılmasına yardım eder.

Dinin etkilerinin büyük çoğunluğu kötü olmuştur; çünkü dinin buyruğu ile insanlar, varlığı iyice kanıtlanmamış şeylere inanmak zorunda kalmışlar ve bu, herkesin düşüncesini ve eğitim sistemlerini bozmuş ve tam bir ahlak sapkınlığına yol açmıştır. Neyin doğru, neyin yanlış olduğu üzerinde durulmaksızın bazı şeylere inanmak doğru, bazı şeylere inanmaksa yanlış sayılmıştır. Din, tutuculuğu ve eski alışkanlıklara bağlılığı Tanrı buyruğu haline getirmekle büyük ölçüde zararlı olmuştur; insanlar arasında hoşgörüsüzlüğü ve kinleri yüceltip beslemekle daha da zararlı olmuştur.

Cehennemi ancak katı yürekli insanlar uydurmuş olabilir. İnsanca duyguları olanlar, yaşadığı toplum ahlakının cezalandırdığı suçları işleyenlerin öldükten sonra bile sonsuz işkenceler çekmesine razı olmazlar. Kendini bilen hiç kimse böyle bir görüşü kabul edemez.
kanunları var onların, kararnameleri var.
kaleleri var nazilerin ve zindanları.
(sosyal dernekleri falan haydi bir yana)
yargıçları var ve de gardiyanları
bol ücretli ve her şeyi yapmaya hazırlar.
bütün bunlar neden peki?
ne sanırlar, bizi avuçlarının içine mi alacaklar?

görürler yakında, yok olmazdan önce
bunların hiçbiri bir işe yaramayacak.
ama hiçbiri.

gazeteleri var onların, kitapları var.
hiç konuşturmamak isterler bizi.
(politikacıları falan haydi bir yana)
papazları var ve de profesörleri.
bol ücretli ve her şeyi yapmaya hazırlar.
bütün bunlar neden peki?
gerçeklerden bu kadar çok mu korkarlar?

görürler yakında, yok olmazdan önce.
bunların hiçbiri bir işe yaramayacak.
ama hiçbiri.

topları var onların, tankları var.
makineli tüfekleri var ve el bombaları.
(ss kıtaları falan haydi bir yana)
gestapoları var ve de askerleri.
az ücretli ve her şeyi yapmaya hazırlar.
bütün bunlar neden peki?
düşmanları bu kadar da mı güçlü onların?

görürler yakında, yok olmazdan önce.
bunların hiçbiri bir işe yaramayacak.
ama hiçbiri.

bir şey mi olacak sanırlar güvenmekle bunlara?
düşenler bu payandaya sarılır oldum olası.
gelecek bir gün ama, belki de yarın...
görecekler bir işe yaramadığını bunların.
bağıracaklar o zaman avaz avaz: durun! durun!
artık ne top korur onları o gün, ne para...

Kaynak
Anam ölmüş bugün. Belki de dün, bilmiyorum.

Umutsuzluk susar. Kaldı ki susmak bile, eğer gözler konuşuyorsa, bir anlam taşır. Gerçek umutsuzluk can çekişme, mezar ya da uçurumdur. Umutsuzluk konuştu mu, hele yazdı mı, hemen bir kardeş el uzanır sana, ağaç anlam kazanır, sevgi doğar. Umutsuz edebiyat sözü birbirini tutmayan iki sözdür. Çünkü edebiyat olan her yerde umut vardır.

Sartré'ın deyimiyle saçmalık, insanın dünya ile ilişkilerinden başka bir şey değildir.

Bütün normal insanlar aşağı yukarı, sevdikleri kimselerin ölümünü az çok istemişlerdir.

O zaman sık sık düşünüyor ve içimden: Beni kuru bir ağaç kovuğunda yaşamaya zorlasalardı da gökyüzüne bakmaktan başka bir işim olmasaydı, yavaş yavaş buna da alışır giderdim, diyordum.

İnsan eninde sonunda her şeye alışır.

Hayır, çıkar yol yoktu ve kimse hapisteki akşamların ne olduğunu aklının köşesinden geçiremezdi.

Aslında, insanın eninde sonunda alışmayacağı hiçbir düşünce yoktur.
National Geographic yapımı olan Earth: Making Of A Planet (Dünya: Bir Gezegenin Öyküsü) adlı belgesel, dünyanın ilk oluşmaya başladığı andan günümüze kadar geçen zamanı ve değişimleri işlemektedir. Dünyanın yaklaşık olarak 4.5 milyar yıllık bir gelişim ve evrimi harika görsel efektler ile somutlaştırılıyor.

Belgeselin iki önemli olumlu özelliği bulunmaktadır. İlki, görsel efektlerin çok başarılı olmasıdır. Bu sayede, dünyanın nasıl evrensel yasalar çerçevesinde oluştuğu rahatlıkla görülebilmektedir. Bu, özellikle, teistler için 'ol' gibi bir emir ile birdenbire oluştuğu sanılan dünyanın aslında aşama aşama oluştuğu fikrinin hayal edilmesini kolaylaştırmaktadır.

Belgeselin ikinci olumlu özelliği, dilinin gayet anlaşılabilir olmasıdır. Belgesel süresince, dünyanın oluşumu, geçirdiği aşamalar, Ay'ın oluşumu, suyun ortaya çıkışı, canlıların oluşumu gibi önemli konulara yer verilmekte ve tüm bu karmaşık görünen konular zarif bir anlatım biçimiyle sunulmaktadır. Yine, bir anda tüm canlıların oluştuğu fikrine karşıt olarak canlılığın nasıl başladığı ve canlıların evriminin ekolojik değişimlerle nasıl gerçekleştiği ana hatlarıyla anlatılmaktadır.

Dünya'nın yaklaşık 4.5 milyarlık jeolojik ve biyolojik tarihinin ve geçirdiği aşamalarının harika bir şekilde sunulduğu bu belgeseli izlemenizi şiddetle tavsiye ederim.

Hayyam
İzlemek İçin Tıklayın