Çoğu düşüncemiz miras olarak geliyor. Alışkanlıkların ve geleneklerin mirasçılarıyız. İnançlarımız yöresel kıyafetler gibi, nerede doğduğumuza bağlı olarak değişiyor. Kalıplar içinde büyüyor, etrafımız tarafından şekillendiriliyoruz. Çevremiz bir heykeltıraş, bir ressam.
Eğer İstanbul'da doğmuş olsaydık, çoğumuz şöyle diyecekti: "Allah'tan başka tanrı yoktur. Muhammed Allah'ın elçisidir." Eğer ailemiz Ganj nehri kenarında yaşasaydı, Şiva'ya tapıyor ve Nirvana'ya ulaşmaya çalışıyor olacaktık.
Çocuklar ailelerini sever, onlardan öğrendiklerine inanır ve annelerinin dinine içten bir biçimde inanmaktan gurur duyduklarını söylerler.
Çoğu insan dinginliği sever. Komşularından farklı olmak istemez. Arkadaş çevresi olsun ister. Sosyaldir. Grup halinde gezmekten hoşlanır. Yalnız yürümeyi sevmez.
İskoçlar Kalvenci’dir çünkü babaları da öyleydi. İrlandalılar Katolik’tir çünkü babaları da öyleydi. İngilizler Anjelikan’dır çünkü babaları da öyleydi. Amerikalılar farklı gruplara ayrılmıştır, çünkü babaları da farklı gruplara ayrılmıştı. Bu genel geçer bir kuraldır, istisnalar elbette vardır. Bazı çocuklar ailelerine baskın çıkıp düşüncelerinde değişiklik yapabilir ve farklı sonuçlara ulaşabilirler. Ama bu değişimler genelde gelişim şeklinde olur, yani tam bir dönüş az görülür. Zaten değişenlerin çoğu hala atalarının yolunda gittiklerine inanmaya devam ederler.