1. Dünya’nın sonunun Aralık 2012’de geleceği iddialarının kaynağı nedir?

Hikaye, Sümerler tarafından keşfedildiği varsayılan bir gezegen olan Nibiru’nun Dünya’ya doğru geldiği iddialarıyla başladı. Antik Mezopotamya uygarlığı Sümerler hakkında “kurgu” eserler yazan Zecharia Sitchin, birçok kitabında (örneğin: 1976 tarihli Onikinci Gezegen) Güneş’in etrafındaki turunu her 3600 yılda bir tamamlayan gezegen Nibiru’dan bahseden Sümer belgelerini keşfedip çevirdiğini iddia ediyor. Bu Sümer mitleri, Anunnaki adını verdikleri bir yabancı uygarlıktan Dünya’yı ziyaret eden “antik astronot” hikayelerini de içermiştir. Daha sonra, kendi kendini psişik ilan eden, uzaylılarla iletişim içinde olduğunu iddia eden Nancy Lieder adlı biri, websayfası Zetatalk’da, Zeta Reticuli adlı yıldızın çevresindeki kurgu bir gezegenin sakinlerinin Dünyalıları yaklaşan bir Gezegen X, yada Nibiru’dan gelen tehlikeye karşı uyarmıştır. Bu felaketin başta 2003 Mayıs’ta geleceğini söylediler, fakat bu tarihte hiçbir şey olmayınca tarihi Aralık 2012’ye kaydırdılar. Bu iki hikayenin birleştirilerek Mayalıların uzun kış gündönümünün biteceği tarih olan 2012, yani sözü geçen tahmini kıyamet ile birleştirilmesi ise aslında oldukça yenidir.
Teistler ile ateistler arasında süregelen bir sorundur; tanrının varlığının mı yoksa tanrının yokluğunun mu ispatlanması gerektiği. Teistler ispat yükümlülüğünü ateistlerin omzuna yükler: "Eğer tanrı yoksa bunu ateistler ispatlamalıdır". Ateistler de tam tersi şekilde ispat yükümlülüğünü teistlerin omzuna yükler: "Eğer tanrı varsa bunu teistler ispatlamalıdır". Peki bu iki zıt görüş neden uzlaşamıyor? Bu iki görüşten birinin mutlak zafer ilan etmesi gerektiği ortadadır, ama neden bir sonuca varılamıyor?

Bu 'ispat yükümlülüğü sorunu'nun temelinde evrene ve canlılığa bakış açısı yatmaktadır. Şöyle ki; teist olan biri evrenin ve canlılığın tanrı olmadan oluşamayacağını düşünür. Teiste göre evren ve canlılık tanrının varlığının kesin göstergesidir. Tanrı yoktur diyen biri, bu kesinliğin aksini ispatlamalıdır. Çünkü evrenin ve canlılığın tanrıya işaret ettiği açıktır ve tanrının yokluğu 'olağan-dışı' bir durumdur, hayatın normal koşullarındaki değerlendirilmesine ters düşen ve ispatlanması gereken bir varsayımdır.

Bunun aksine ateist olan biri, evrene ve canlılığa baktığında mutlak bir şekilde yaratıcıya yönelik işaret görmemektedir. Ateist, evrenin ve canlılığın ya kendi kendine var olabileceğini ya da bu varoluşun -nedenini açıklayamasa bile- kesin ve direkt bir şekilde tanrının varlığına bir delil teşkil etmediğini düşünür. Aşkın ve yetkin bir tanrı fikri, evreni ve canlılığı açıklayan (insan aklının algılayabildiği veya algılayamadığı) sayısız varsayımdan sadece biridir ve böyle bir iddianın diğer iddialardan üstün olması için ispatına gerek vardır.
George Carlin'in bu gösterisini sadece bir stand-up olarak değerlendirmek mümkün değil. Hem gerçekten çok komik yönleri olan hem de resmen hayatımız hakkındaki geçmişten gelen ve sorgulanmayan tüm saçmalıkları gözler önüne seren "ilahi" bir kaynak.

İlk başta kişisel ve kendince yaşlılık hakkındaki konuşmasıyla başlayan gösteri, daha sonra ölüm ve ölüm üzerine dönen saçma inançları ele alıyor. Sonrasında çocuklar, samimiyetsizlikler, saçmalıklar, dinsel, tarihsel ve devlete dair yalanlara değinen Carlin, kalıplaşmış ve aslında sorgulandığında anlamı olmayan bir çok tabuyu olabilecek en komik ve çarpıcı şekilde ele alıp eleştiriyor.

Özellikle ülkemizde alışık olduğumuz komedi anlayışının dışında, gösteriden sonra akılda kalmayan esprilerden ziyade, insanın kafasına darmadağın eden fikirler içeren, gerçekçi ve cesur bir gösteri.

Özetle izlenmesini şiddetle tavsiye ettiğim bir gösteri.

Hayyam

Değişik anketler, Amerika'da 'ateizm'in bir utanç kaynağı olduğunu ve ateist olmanın politik kariyer yapmak için çok büyük bir engel olduğunu göstermektedir (ki zenci, müslüman veya homoseksüel olmak böylesi bir engel değildir). Son zamanlardaki yapılan anketler, Amerikalılar'ın sadece %37'sinin bir ateiste başkan olması için oy verebileceğini göstermektedir.

Ateistler sık sık hoşgörüsüz, ahlaksız, depresif, doğanın güzelliğini göremeyecek kadar kör ve doğaüstüne ilişkin kanıtları görmeye kapalı kişiler olarak düşünülür.

Aydınlanmanın en önemli isimlerinden olan John Locke bile, ateizmin kesinlikle hoşgörüsüz olduğuna inanmıştı. Çünkü o, "İnsan topluluğunun temeli olan söz vermeler, anlaşmalar ve yeminler ateistler açısından geçerli olmayabilir." demişti.

Bu 300 yıl önceydi. Fakat Amerika'da bugün, çok az şey değişmiştir. Nüfusun çarpıcı şekilde %87'si kuşkusuz bir şekilde Tanrı'nın varolduğunu düşünüyor; %10'undan azı kendisini ateist olarak tanımlıyor ve onların da itibarları zedelenmiş görünüyor.

Ateistlerin çoğu, toplumun entellektüel ve okumuş aydın kimselerinden çıkıyor. Bu da, aslında, ateistlerin ulusal konumda önemli bir rol alamaması mitini önemli bir biçimde önlüyor gibi görünüyor.

1) Ateistler hayatın anlamsız olduğuna inanır.

Aksine, dindar insanlar sık sık hayatın anlamsız olduğu konusunda endişe eder ve anlamın sadece ölümden sonra vadedilen sonsuz mutluluğun sağlanmasıyla anlamlı olabileceğini düşünürler. Ateistler hayatın tamamen değerli olduğunu düşünmeye meyillidirler. Hayat gerçekten ve tamamen yaşam dolu olarak aşılanmıştır. Sevidiğimiz tüm ilişkilerimiz şimdi anlamlıdır, bunun sonsuza dek sürmesine gerek yoktur. Ateistler, aksi görüşü anlamsızlık korkusu olarak değerlendirir.