Önüme sanki bir perde gerildi. Sonsuz hayat manzarası, sonsuza kadar açık duran bir mezara dönüyor. Her şey gelip geçince, bir şimşek hızıyla kaybolup gidince, varlığına bu kadar az zamana sahip olan bir vücut akıntıya kapılıp sulara gömülerek kayalarda parçalanınca sen buna artık varlık diyebilir misin? Kendini etrafındakileri kemirip yemediğin bir an bile yoktur. Elinde olmayarak, sürekli önüne geleni yıkarsın. En masumane bir gezintin bile binlerce zavallı böceğin hayatına malolur. Bin bir zahmetle meydana gelmiş karınca yuvalarını bozmak, küçük bir dünyayı mezara çevirmek için bir adım atman yeterlidir. Bana dokunan, dünyanın bir takım büyük felaketleri, köyleri silip süpüren baskınla şehirleri yıkan yel zelzeleleri değil. Tabiatın tümünde saklı duran, etrafındakileri ve kendini yıkacak hiçbir şey meydana getirmeyen kemirici bir kuvvet beni yıkıyor.

Sabahleyin güneşin doğuşunu seyretmeyi akşamdan aklıma koyarım. Sabah olur,bir türlü yataktan kalkamam. Geceleyin ay ışığını seyretmeye gündüzden niyetlenirim, gece olunca odamdan çıkmam. Niçin kalktığımı, niçin yattığımı bilmiyorum.

Artık güneş, ay ve yıldızlar istedikleri gibi dolaşabilirler. Çünkü ben artık ne zaman gündüz ne zaman gecedir bilemiyorum, gözüm artık hiçbir şey görmüyor.

Johann Wolfgang Von Goethe
Genç Werther'in Acıları
Life of Brian; İsa’dan birkaç metre ötede onunla eşzamanlı doğan Brian’ın İsa ile paralel yürümekte olan öyküsü aslında. Kayan bir yıldızın yönlendirdiği üç tane doğulu bilgenin yanlış eve girip, yanlış kişiyi kutsamalarıyla Brian’ın hayatı şekillenir. Sonrasında onu büyümüş, babası Romalı bir asker olmasına rağmen Romalılar’dan nefret eden bir “Musevi Cephesi Halkı” üyesi olarak görürüz. Brian katıldığı anarşik örgütte Judith’e aşık olur, ve büyük bir fedakarlığa girişir.

Çekildiği tarih olan 1979’dan itibaren bazı sansür girişimine hedef olmuştur Life of Brian. Özellikle kilisenin aforoz çabalarının sebebi, Tanrıyı ve Hristiyanlığı kötüleme ve inançlarla dalga geçme unsurlarıdır. Oysa filmin temel hedefi dinler değil, bunların yorumlanmasındaki saçmalıklar, akılsızlıklar, şarlatanlıklardır. İncil’den de yer yer yapılan alıntılar dahilinde film tarihi yıkar ve kendi kurallarına göre yeniden inşa eder. (Tıpkı daha ağırbaşlı ve ikili ilişkiler üzerine yoğunlaşan Reconstruction gibi.) Zaten bulundurduğu gerçeküstü öğeler bunu doğrular niteliktedir.
Hayat öyle lanet bir şey ki; sustuğunda konuşmadın diye pişman eder, konuştuğunda ise susmadığın için kahreder.
- Charles Bukowski

Aşk cevap olabilir, fakat soru ne ki?
- Albert Benschop

İnsanı elbiseler insan yapar. Çıplak insanların toplumda çok az ya da hiç etkisi yoktur.
- Mark Twain

Sadece bir kaç şey gerçekten çok önemlidir.
- Marie Dressler

Hayat, yaşamak için boşa harcanan zamandır.
- Douglas Adams

Her insan, nasıl yaşayanacağı dışında hemen her şeyi çözer.
- Jean-Paul Sartre
“Neden Tanrı’ya inanmıyorsun?”

Sürekli bu soruyla karşılaşıyorum. Genellikle duyarlı ve akılcı cevaplar vermeye çalışsam da, bu aslında garip, yararsız bir çabadır ve zaman kaybıdır. İnananlar, Tanrı’nın varlığı için kanıta ihtiyaç duymadığı gibi, onun var olmadığına dair kanıtlar öne sürmenizi de kesinlikle istemezler. Onlar, itikatleriyle mutludur. “Bana göre Tanrı var” ya da “bu bir inanç meselesi” gibi sözler sarfederler. Ben yine de kendi akılcı cevaplarımı veririm, çünkü dürüst olmamanın, insanları hor görme ve kabalık olduğuna inanıyorum. İronik olan şu ki, “Tanrı’ya inanmıyorum çünkü buna dair ortada kesinlikle hiçbir bilimsel kanıt yok ve onun varlığına mantıksal bir açıklama getirmek de imkansız” dediğimde, küçümseyici ve kaba olarak kabul ediliyorum.

Bana yöneltilen suçlamalardan bir diğeri de, kibirlilik. Ki bu da hiç adil bir yargı değil. Bilim, gerçeği arar. Bu yolda ayrım gözetmez. İyi ya da kötü sonuçlar doğuracağına bakmadan, yalnızca gerçekleri ortaya koyar. Bilim basittir. Neyi bildiğini ve neyi bilmediğini bilir. Vardığı sonuçları temel alır; bu sonuçlar, her yeni kanıt ile güncellenir ve gelişir. Ortaya çıkan yeni doğruları, gocunmadan paylaşır. Bilgiyi her yönüyle kucaklar. Orta Çağ teamüllerine, gelenek oldukları için hürmet etmez. Öyle olmasaydı, penisilin iğnesi olmak yerine, dua ederdiniz.

“Neye inandığınızın”, ilaç olarak geçerliliği yoktur. Siz hala “bende işe yarıyor” diyebilirsiniz ama, unutmayın, plasebolar da kimi zaman işe yarar. Zaten benim işaret ettiğim nokta, Tanrı’nın var olmaması. İnancın da var olmadığını söylemiyorum. İnancın var olduğunu biliyorum. Ama “inanmak”, bir şeyi gerçek kılmıyor. Aynı şekilde Tanrı’nın var olmasını ummak da, onun var olmasını sağlamıyor. Tanrı’nın varlığı öznel bir konu değildir. O vardır ya da yoktur. Bu bir kişisel görüş meselesi değil. Elbette kendi fikriniz olabilir, ama kendi gerçeğiniz olamaz.

Mutluluğun anahtarı kötü hafızadadır.
- Rita Mae Brown

Telekineziye inananlar elimi kaldırsın.
- Kurt Vonnegut

İyi bir soruyla yaşamayı, kötü bir cevapla yaşamaya tercih ederim.
- Aryeh Frimer

Kendisiyle artık dalga geçemeyen bir kişi için, başkalarının onunla dalga geçme zamanı gelmiş demektir.
- Thomas Szasz

Kilise ve toplum öyle kabul etsin ya da etmesin, aşkla kutsanmamış, doğal olmayan bütün birliktelikler fahişeliktir.
- Emma Goldman

Televizyonu çok eğitici buluyorum; biri onu açtığı an, kütüphaneye gidip bir kitap okuyorum.
- Groucho Marx
Yelkovan kımıldadı, hayat saatim soluk aldı, - ömrümde duymadığım bir sessizlik vardı çevremde; yüreğim yılgıya kapıldı.

Yalnız gezerdim; o yanlış yollarda gönlüm neye acıkırdı geceleyin? Dağlara tırmanırdım; kimdi sen değilsen, aradığım dağbaşlarında?

Gürültüler ve gök gürlemeleri ve fırtına sağanakları, bundan, bu sakıngan, kuşkulu kedi dinlenmesinden yeğdir gözümde; kişiler arasında da usul basanlara, yarım yamalak kişilere hınç bağlarım en çok, kuşkulanan, durumsayan, geçen bulutlara.

Yüreklilik en iyi öldürendir: yüreklilik, acımayı dahi öldürür. Oysa acıma, en derin uçurumdur: kişi, hayatı nice derinliğine görürse, onca derinliğine görür acı çekmeyi de.

Ama yüreklilik en iyi öldürendir, saldırgan yüreklilik: ölümü dahi öldürür o; çünkü der: "Bu muydu hayat? Peki öyleyse! Bir daha!"

Akşamları ateşin başına oturduklarında hep beni konuşurlar, ama hiç biri beni düşünmez.
Kafese beş maymun koyarlar. Ortaya da bir merdiven konur ve tepesine de iple muz asılır. Her bir maymun merdivenleri çıkarak muzlara ulaşmak istediğinde dışarıdan üzerine soğuk su sıkılır. Her bir maymun aynı denemeyi yapar, buz gibi soğuk suyla ıslatılır.

Her maymun bir defa dener bunu. Bütün maymunlar bu denemeler sonunda sırılsıklam ıslanırlar. Üstelik buz gibi soğuk su sadece merdivene koşana değil, diğerlerinin de üstüne sıkılmaktadır. Bir süre sonra hangi maymun muzlara doğru hareketlenmek istese, onu diğer maymunlar engellemeye başlar. Su kapatılıp maymunlardan biri dışarı alınır, yerine yeni bir maymun konulur. İlk yaptığı iş, koşup muzlara ulaşmak için merdivene tırmanmak olur. Fakat diğer dört maymun buz gibi soğuk suyla ıslanmamak için buna izin vermezler ve yeni maymunu üstelik bir de hırpalarlar.

Daha sonra ıslanmış maymunlardan biri daha yeni bir maymunla değiştirilir. Ve o da merdivene ilk yaptığı atakta dayak yer. Bu maymunu en şiddetli ve istekli döven de biraz önce diğerleri tarafından engellenen ve ilk dayağı yiyen birinci yeni maymun olur.
Artık gözlerine bakınca eskisi gibi avunamıyorum. Güneşe dayanamıyorum artık Milena geri dönmeliyim, geri dönmeliyim. Yolunu kaybetmiş bir hayvan gibi gücümün yettiğince kaçıyorum. Ama onu da gittiğim yere götürebilir miyim diye düşünerek kaçıyorum. O belki gittiğim karanlıkları aydınlığa çevirebilir... Neler olduğunu sen de benim gibi bir türlü tam anlamıyorsun. Büyük bir coşku ile karşılaşınca delirecek kadar ürperiyorum. Bir şey istiyorum, gürültüden, kalabalıktan uzak karanlığımda kendi başıma kalmak. Bir yerlere gizlenmek istiyorum bu isteğim ardından gitmek istiyorum..

Bendeki bu coşku bir yanardağın patlaması gibi olduğundan elbet dinecek bir gün. Ama bu coşkuyu oluşturan güçleri içimde taşıdığımı bilmek çok korkutuyor beni. Zaten yaşamım korkulara bağlı beni vareden bu korkular onlar yok olursa ben de yok olurum. Benim böyle olduğumu sen de biliyorsun, hatta böyle olmasaydım benimle bu kadar ilgilenir miydin? Patlamalar şu an bitmek üzere aslında mutlu olmam gerekiyor ama bunların her zaman olacağını bilmek korkutuyor beni..

Gözüm açıldı artık Milena, ama “beni bırakma” diyen yakarışmalarımı düşünüp de acı çekmene gerek yok. Bu konuda senin ateşin hala bütün gücü ile aydınlatmakta yüreğimi. O yüzden düşüncelerimde değişen bir şey yok. Ancak bu durumun ne senin için ne benim için kötü bir durum. Çünkü söylenmesi gereken en küçük doğru söz ilk söylendiğinde beni yıkmaya tepetaklak yuvarlamaya yeterlidir...

Franz Kafka, 
Milena'ya Mektuplar
Kuantum fiziğiyle bilinen madde anlayışını farklı yorumlayan bir film ve belgesel karışımı. Bilimsel verilerle ki aslında günümüz kuantum fiziğiyle ve bir çok teoriye dayanan -ama sağlam olan teorilere dayanan- gerçeklik algısını değiştiren bir yapım.

İşin özünde madde aslında boşluktur, her şey enerjidir, gerçeklik algılar bütünüdür gibi düşünceleri barındırır. Bir anlamda Matrix dünyasında olduğumuz düşünülebilir. Tabii ki tanrı kavramı da burada geleneksel anlamından farklı yorumlanmak durumunda kalıyor.

"Herkes maddeyi atomlardan oluşan kütlesel bütünlük olarak düşünür ve aslında materyalist bir yapıda algılar çevreyi. Oysa bu algı yöntemi çocukluktan bu yana öğrenilegelmiştir, bir bilinç sıçraması veya farkındalık ile bu aşılabilir." gibi düşünceler vardır.

En başta da dediğim gibi, bilimsel verileri arkasına alarak ilerlemeyi yeğleyen bir yapım. Bu bakımdan en azından haklılık paylarının olabileceği açıktır.

Alternatif bir gerçeklik algısı için izlenmesi gereken bir yapım olduğunu düşünüyorum.
E=mc²! Bu formülü herkes anlamıyor ama herkes biliyor. Dünyanın en ünlü formülünün ve onu tasarlayan deha Einstein'’ın öyküsü ...

Fizikte devrim yaratacak nitelikteki "İzafiyet Teorisi"’nin öngördüğü sonuçlarla boğuşan Albert Einstein, bundan yaklaşık yüz yıl önce heyecan verici bir sonuca ulaştı: Teoriye göre kitle ve enerji aslında birdi ve aralarındaki ilişki E=mc² denklemiyle açıklanabiliyordu.

E=mc² Einstein’ın 1905'’te yaptığı sıradışı buluşlardan sadece bir tanesiydi. Bunların arasında özel görelilik teorisinin tamamlanması, atomların var olduğunun ispatı ve ona Nobel ödülü kazandıracak çalışması olan ışığın doğasının açıklanması da vardı. Bu buluşların gerçekleşmesinin 100. yılını anmak ve onurlandırmak için 2005 yılı, uluslararası fizik camiası tarafından “Dünya Fizik Yılı” ilan edildi.

E=mc² Gerçekten Ne Anlama Geliyor?

Einstein’ın fikirleri içinde belki de en ünlüsü E=mc². Fakat acaba kaç kişi bu denklemin gerçekten ne anlama geldiğini biliyor? Bu çarpıcı belgesel, bu aldatıcı biçimde basit görünen formülün nasıl ortaya çıktığını gözler önüne seriyor.

Aynı zamanda Cambridge, Harvard, MIT ve New York Üniversiteleri gibi dünyanın önde gelen üniversitelerinden uzmanların konuyla ilgili görüşlerine de yer veren belgesel, Einstein'dan önce yaşamış bilimadamlarını ve onların Einstein’'ın ünlü denkleminin ortaya çıkmasını sağlayan fikir ve buluşlarını tek tek inceliyor veE=mc²'nin aslında ne demek olduğunu daha iyi anlamamızı sağlıyor.