Katı ve soğuktum, bir köprüydüm, bir uçurum üzerinde uzanmış yatıyordum. Bir yakaya ayak uçlarım, öbür yakaya ellerim gömülmüştü; çatlayıp dökülen balçık toprağa sımsıkı geçirmiştim dişlerimi. Giysimin etekleri iki yanımda uçuşuyor, derinlerde o buz gibi suyuyla alabalıklı dere gürül gürül akıyordu.

Hiçbir turist yolunu şaşırıp da bu geçit vermez yücelere uğramıyordu, henüz haritalara geçirilmemişti köprü. Böylece uçurum üzerinde uzanmış yatıyor, bekliyordum; çaresiz bekliyordum. Bir köprü bir kez kurulmaya görsün, yıkılıp çökmedikçe kurtulamaz köprülükten. Bir gün akşama doğruydu birinci akşam mı, bininci akşam mı, bilmiyorum düşüncelerim aralıksız bir karmaşa içinde yüzüyor, boyuna çemberler çiziyordu. Yazın bir akşamüzeri her zamankinden daha boğuk çağıldıyordu dere ansızın bir insanın ayak seslerini işittim. Bana doğru, bana doğru! Uzan, gerin köprü, çekidüzen ver kendine, korkuluksuz ahşap köprü; sana kendini emanet edeni elinden tut, adımlarındaki güvensizliği sezdirmeden yok et ve baktın sendeliyor, göster kim olduğunu, bir dağ tanrısı gibi fırlatıp onu kayaya at!
Mülk suresinin 16. ve 17. ayetlerinin, Diyanet'in resmi çevirisindeki anlamı şöyle:

"Gökte olanın, sizi yerin dibine geçirmesinden güvende misiniz? O zaman, yer sarsıldıkça sarsılır. Gökte olanın, başınıza taş yağdırmasından güvende misiniz? Benim uyarmamın nasıl olduğunu yakında bileceksiniz."

Ayetlerin başında, 'men fi's-Sema' yer alıyor. 'Gökte olan' anlamında. Bu gökte olan kim? Kuşkusuz, anlatılmak istenen, 'Tanrı'. Demek ki bu ayetlerde, 'Tanrı'nın gökte olduğu, çok açık biçimde anlatılmakta. 'Tanrı' için 'gökte olan' denmesi, müslüman yorumcular arasında bir çok konuda olduğu gibi şaşkınlığa ve bocalamalara yol açmıştır. Bir kesimi, buna da dayanarak şöyle demişlerdir:

"Tanrı'nın yeri yurdu vardır." (Bkz. F. Razi, e't -Tefsiru'l-Kebir, 30/69)

Ne var ki buna karşılık şu sorular sorulmuş:

"Tanrı gökte olsa, tanrının gökten daha küçük olması gerekir. Böyle bir şey nasıl düşünebilir?"

"Tanrının gökte olduğu düşünülürse, varlığının ve varlığını sürdürebilmesinin, bir başka şeye bağlı olduğunu da düşünmek gerekir. Bu nasıl olabilir?" (Bkz. Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, 7/5233)
Bütün İslam alimleri Bakara 256. ayette yazan "Dinde zorlama yoktur." tabiri ile Müslüman olmak veya olmamak çelişkisinde bir zorlama olmadığını ileri sürmektedirler. Her ne kadar Enfal süresi 39. ayette, "Fitne kalmayıp; din tamamıyla Allah'ın dini olunca kadar savaşın." gibi bir emir olsa da, Kur'an'ın bu emrine rağmen; İslam'ı ılımlaştırmak ve olduğundan daha iyi göstermek isteyen din hocaları bu konuyu açmayı pek uygun görmezler.

Hepimizin günümüzde bildiği bir gerçek vardır ki; özellikle Türkler kılıç zoruyla ve Emevi / Abbasi baskısıyla Müslüman olmuşlar; Mısır ve kuzey Afrika'da yaşayan halklar fakir oldukları için haraç (cizye) verememişler ve canlarını kurtarmak amacıyla zorla İslamı seçmişlerdir. Ancak günümüz gerçeklerinden birisi olan bu gerçek; aslında İslam'da olmayan bir olgu gibi yansıtılmış ve Peygamber Muhammed sonrası Arap döneminin, İslam'ı çarptığı ve saptırdığı iddiası ortaya atılmıştır.

Başta Yaşar Nuri Öztürk ve diğer hocalar olmak üzere, Diyanet İşleri Başkanlığı ve bazı kurumlar halen bu iddialarında ısrarcılardır. Peki bu iddia doğru mudur?

Önceki konumuzda da belirttiğimiz gibi Tevbe Suresi 5. ayette "Müşrikleri nerede bulursanız öldürün." yazmaktadır. Bu ayetin niçin indiğine ileride yine değineceğiz. Ancak bu ayetin ilk etapta savaşmak için inmiş olduğunu varsayarsak bile; "müşrik" olmanın cezasının ölüm olduğunu bariz olarak göstermektedir.
Hayatın birinci yarısı, mutluluğa karşı duyulan yorulmak bilmez bir özlem olduğu halde, ikinci bölümü acı dolu bir korku duygusuyla kaplıdır.

Çünkü, mutluluk denilen her şeyin kuruntu olduğu ve acıdan başka gerçeğin bulunmadığı fark edilmiştir artık. Aklı başında insanların, yakıcı zevklerden çok acısız bir hayata yönelmeleri bundan ötürüdür. Gençliğimde, kapımın zilinin her çalınışında, gönlüm sevinçle doluyor ve kendi kendime, "Oh ne iyi! İşte yeni bir olay!" diyordum.

Ama yıllar geçip de, olgunlaştığım zaman, her zil sesinden sonra şöyle düşündüm: "Yine ne var?"

İnsan yaşlandıkça, tutkuların ve isteklerin nesnesi farksızlaştıkça; bu isteklerin ve tutkuların bir bir ortadan kayboldukları, duyarlığın güdükleştiği, hayat gücünün zayıfladığı, görüntülerin solduğu, izlenimlerin etki yapmadan gelip geçtiği, günlerin gittikçe daha hızlı aktığı, olayların önemlerini kaybettiği ve her şeyin renksizleştiği görülür. Günlerin yükü altında sallanarak yürür insan ya da bir köşeye çekilip dinlenir. Geçmiş varlığının gölgesi ya da hayaleti haline girer. Kendinden geçme, sonsuz uyku haline dönüşür bir gün.
Kanun önünde bir kapıcı durmaktadır. Bu kapıcıya taşradan bir adam gelir, kanundan içeri girmek istediğini söyler. Kapıcı, kendisini şimdilik içeri koyveremeyeceğini söyler. Adam düşünür taşınır, ileride girip giremeyeceğini sorar; "Belki," der kapıcı "ama şimdi giremezsin."

Kapı her zamanki gibi açık durduğundan ve Kapıcı o sırada kenara çekildiğinden adam eğilir ve kapıdan içeri bakmak ister. Bunu fark eden Kapıcı gülerek der ki; "Madem bu kadar istiyorsun, olmaz dememe aldırma, bir dene bakalım. Ancak unutma ki, ben güçlü bir kapıcıyım ve kapıcıların da yalnızca en küçüğüyüm. Ama her salon başında bir başka kapıcı vardır, biri de ötekinden güçlüdür. Daha üçüncüsünü görmeye ben bile dayanamam."

Taşralı adam böylesi güçlüklerle karşılaşacağını ummamıştır. "Nihayet kanun kapısıdır, herkese, her vakit açık bulunması gerekir" diye düşünür. Ama üzerindeki kürk paltoyla Kapıcı'yı daha bir dikkatle süzüp, onun iri ve sivri burnunu, uzun ve seyrek kara tatar sakalını görünce, en iyisinin, giriş iznini koparıncaya kadar beklemek olduğuna karar verir.
Yalnızca insan evrenin düzenini bozar. İnsan, acımasız ve son derece şiddet yüklüdür. Nerede olursa olsun kendisinde, dünyada sefalete ve karışıklığa neden olur. Yakıp yıkar, yok eder, şefkati yoktur. Kendi içinde düzeni yoktur, dokunduğu şey kirlenir ve karmaşıklaşır... İktidara, hileye dayanan, kişisel ve milliyetçi, grupları birbirine düşüren, çetelere özgü bir politikası vardır. Ekonomisi sınırlıdır, dolayısıyla evrensel değildir. Toplumu özgür de olsa, zulüm altında da olsa ahlaksızdır. İnanmasına, tapınmasına ve bitmek tükenmek bilmeyen anlamsız ritüeller gerçekleştirmesine rağmen dindar değildir.

Neden böylesine zalim, sorumsuz ve bütünüyle ben merkezli bir hale gelmiştir? Neden? Bunun yüzlerce açıklaması vardır, kitaplardan ve hayvanlar üzerinde yapılan deneylerden elde edilen bilgilerle kurnazca açıklama yapanlar, beşeri kedere, tutkuya, gurura ve ihtirasa kapılırlar. Tanım tanımlanan değildir; söz şey değildir. Dış nedenler aradığı için mi, çevre insanı biçimlendirdiği için mi, dış dünyada yaşadığı değişimlerin kendi içindeki insanı dönüştüreceğini umduğu için mi? Duygularına bağımlı olduğu, anlık gereksinimlerine yenik düştüğü için mi? Bütünüyle düşünce ve bilgi aktarımı içinde yaşadığı için mi? Yoksa çok romantik, duygusal olduğu için mi idealleri, düşleri, büyüklenmeleri söz konusu olduğunda bu derece zalimleşebilir? Birileri ona sürekli önderlik ettiği için, kendisi bir takipçi olduğu için mi yoksa bir lidere, bir guruya dönüştüğü için mi?
Yalnızca gerçekten ciddi bir tek sorun var: İntihar

Yaşamın yaşanmaya değip değmediğini düşünmek, felsefenin temel sorusunu yanıtlamaktır. Dünyanın üç boyutlu olması, zihnin dokuz ya da on iki kategorisi olması gibi sorunlar sonra gelir. Bunların hiç önemi yok. Yanıtlamak gerek önce Nietzsche'nin de söylediği gibi, bir filozof saygıdeğer olabilmek için özüyle sözü bir olmak zorundaysa, bu durumda yanıtın önemi ortaya çıkar, çünkü yanıt kesin davranışı önceler. Bunlar yürekte kendini gösteren apaçıklıklardır, ama onları zihinde aydınlık kılabilmek için derinleştirmek gerekir.


Şu sorunun öbüründen daha öncelikli oluşunun neye bağlı olduğunu kendi kendime sorduğumda, yükümlendiği eylemlere göre diye yanıt verebilirim. Varlıkbilimsel bir kanıt için ölen insan görmedim. Önemli bir bilimsel doğruyu bulan Galilei, yaşamını tehlikeye soktuğu anda bulgusunu kolaylıkla yalanlamıştır. Bir anlamda iyi de yaptı. Bu doğru diri diri yakılmaya değmezdi. Dünya mı güneşin çevresinde döner yoksa güneş mi dünyanın çevresinde döner, hiç önemli değil bu. Ne olursa olsun bu önemsiz bir sorundur.Buna karşılık yaşamın yaşanmaya değmediğini düşünerek ölen birçok insan gördüm. Kendilerine yaşama nedeni sağlayan fikirler ve yanılgılar için çelişkili bir tutumla ölen insanlar da gördüm (Bu yaşama nedeni denen şey aynı zamanda eşsiz bir ölme nedenidir). Bu durumda, yaşamın anlamı sorunların en önceliklisidir diyorum Buna nasıl bir yanıt bulunabilir?

"Dünyayı elde eden adam, diyor, ben işi seviyorum diye düşünmekten vazgeçtim sanmayın, inandığım şeyi pekâlâ anlatabiliyorum. Çünkü, inandığıma var gücümle inanıyorum, kesin ve açık bir görüşle görüyorum onu. O kadar iyi biliyorum ki anlatamıyorum." diyenlerden sakının. Çünkü anlatamıyorlarsa, iyi bilmiyorlar ya da tembel oldukları için anlatmak istedikleri şeyin dışında, kabuğunda kalıyorlardır.

Düşünce adamı olarak fazla inanç aramayın bende, insan bütün bir ömrün sonunda bir tek gerçeği benimsemek için yıllar geçirdiğini fark eder. Oysa, bir tek gerçek apaçık olmak koşuluyla, bütün bir ömrü doldurmaya yeter. Bana gelince,insan teki üstünde söyleyeceklerim var, her halde. İnsan bunu gerekince ve gereken küçümseme ile dobra dobra söyleyebilmeli.

Bir insan söyledikleri kadar söylemedikleri ile de insanlaşır. Ben de çok şeyleri söylemeyeceğim. Ama, var gücümle inanıyorum ki, insan tekine iyi ya da kötü diyenler, bu düşüncelerini söylerken hiç de bizim kadar görmüş geçirmiş değillerdi. Düşünce, duygulan altüst eden düşünce görülmesi gereken şeyi sezinlerdi belki de. Ama, çağımız, yıkıntıları ve dökülen kanlarıyla her şeyi açıkça gözümüzün önüne koydu. Eski uluslar, toplumla bireyin değerlerini ölçebiliyor, hangisinin hangisine hizmet etmesi gerektiğini arayabiliyorlardı. Neden? Çünkü, her şeyden önce, insanların severek bağlandıkları bir aldanışa göre bütün varlıklar dünyaya ya iş görmek ya da iş gördürmek için gelmişlerdi. Sonra da, ne toplum ne de insan teki neler yapılabileceğini henüz göstermiş değillerdi.

Persepolis İran’ın sert tepkilerini çeken ve gösterime girdiği ülkelerde tartışma yaratan Marjane Satrapi ve Vincent Paronnaud’nun Cannes Film Festivali’nde “Jüri Özel Ödülü”nü alan filmi, Satrapi’nin çok satan çizgi romanından beyazperdeye uyarlandı. Fransa’nın 2008 Oscar aday adayı olarak gösterdiği animasyon film, küçük bir kız çocuğunun gözünden İran İslam Devrimi’ni anlatıyor.

Yönetmenliğini Vincent Paronnaud ile Marjane Satrapi’nin üstlendiği filmin konusu şöyle: 1978, Tahran... Sekiz yaşındaki Marjane gelecekte bir “peygamber olmanın” ve dünyayı kurtarmanın hayallerini kurmaktadır. Modern ve kültürlü ailesi tarafından sevgi ve anlayışla büyütülen Marjane, Şah Rejimi’ni sona erdiren olayları da ilgi ve merakla takip etmektedir. Diğer yandan ise Yeni İslam Cumhuriyeti insanların nasıl giyinmesi ve davranması gerektiğini kontrol etmektedir. Bu dayatma nedeniyle artık çarşaf giymesi gereken Marjane ise kararını çoktan vermiştir, devrimci olacaktır.

Kısa süre sonra İran-Irak Savaşı nedeniyle şehir bombalanır. Çatışmaların getirdiği zorluklar ve mahrumiyet, aile üyelerinin ve sevilen kişilerin kaybı Marjane’nin hissettiği psikolojik baskı ve korkuyu her geçen gün artırmaktadır. Gittikçe daha da tehlikeli olmaya başlayan bir ortamda Marjane’nin isyankar karakteri de ciddi problemlere davetiye çıkaracak seviyededir.

Ailesi onu korumak için Avusturya’ya yollar. 14 yaşındaki Marjane, Viyana’da hayatı adına bambaşka bir devrimle karşılaşır; ergenlik, özgürlük ve aşk... Tattığı pek çok heyecanın yanı sıra bir şehirde yalnız, sürgün ve yabancı olmanın zorluklarını da hissetmekte gecikmeyecektir.

1. Bölüm


2. Bölüm
ben seni kendime yasakladım
bütün gün odamı temizliyorum
sevdiğim bir tenor var
akşamları onu dinliyorum
gördüğüm bütün kötü düşleri görmezden geliyorum
adı konmamış duygularla dolar ya bazan insan
onlara birer isim uyduruyorum

ne zaman makas değiştirse bir tren
mutlaka bir sigara yakıyorum
(çakmakla değil, kibritten hoşlanıyorum)
istasyon şefi beni çok seviyor
onunla her akşam bir büyük deviriyorum

sonra kuşları düşünüyorum
(isimlerini bilmem, bir kaçı dışında)
duvar kağıtlarını her sabah değiştiriyorum
(ne yapayım, havai bir adamım)
mümkün olduğu kadar acıkmamaya çalışıyorum

unutmadığım günler işe gidiyorum
(o kadar az kazanıyorum ki)
insanlarla hiç yüz vermiyoruz birbirimize
halbuki ben onlarla saatlerce konuşmak istiyorum

evime otobüsle dönüyorum
(mavi bir otobüs var, ben hep onu bekliyorum)
şoföre kartımı gösterirken
kendimi fbi ajanı gibi hissediyorum
(şoför o kadar güleryüzlü biri ki, her seferinde
bu kadar olur diyorum)

sonra çırılçıplak soyunup kitap okuyorum
havalar çok sıcak gittiği için değil
ben öylesinden hoşlanıyorum
Bir de balıklarım var, ama bir akvaryumum olmadığı sürece
onlarla iyi ilişkiler kurabileceğimi sanmıyorum.

bazan biraz borç veriyorum kendime
(ama geri ödediğimi hiç anımsamıyorum)
yağmura ayıp olmasın diye
şemsiye falan da kullanmıyorum

hafızam pek güçlü değilse de
hiç olmazsa adımı unutmamaya çalışıyorum
unutunca ehliyetime bakıyorum
(sanki bir ehliyetim varmış gibi)
çok sıkışınca anneme soruyorum
(her seferinde gözyaşlarına boğuluyor nedense
halbuki ben biraz gülsün diye böyle yapıyorum)

tıraş olmayı pek sevmiyorum
(gerek saç; gerekse de sakal)
mahallede bana robinson diyor olabilirler
bunu arada bir araştırıyorum

bazan bir yangın çıkartsam diyorum
(ne yapayım sabotaj sözcüğünü çok seviyorum)
acaba beni kurtarmaya birisi gelir mi
acaba sokak köpekleri yokluğumu farkeder mi
onlara her görüşümde biraz bozuk para veriyorum
bu yüzden beni her seferinde ısırıyorlar
(doğrusu ben de onlara hak veriyorum)

sık sık tek başıma yaşadığımı zannediyorum
halbuki her gün bir sürü insanla karşılaşıyorum evin içinde
(bir sürü dediysem, o kadar da abartmayın, en fazla birkaç kişi)
onlarla her seferinde yeniden tanışıyorum
bu yüzden bana diş biliyor olabilirler
(ama haksızlar mı allahaşkına, siz söyleyin)

felsefeyi pek sevmiyorum
aristo’yla da kant’la da da pek sık görüşmüyorum
arada bir telefon açıp yemeğe çağırıyorlar
sıkılacağımı bildiğim için gitmiyorum

ama iş şiire gelince çok şey değişir
bütün şairlerle iyi geçiniyorum
(gerçi bazıları ödünç uyak istiyor benden ikide bir
kendi uyaklarınızı kendiniz uydurun bence diyorum)

bazan bütün bir yaz geçiyor ben denize girmiyorum
(ne yapayım, belki de ıslanmaktan hoşlanmıyorum)
ama deniz kenarında dolaşmayı çok seviyorum
(dönüşte bütün ayakizlerimi toplayıp çöp kutusuna atıyorum)

aslında senin beni anladığından da emin olamıyorum
(tamam tamam, ben de sana pek ipucu vermiyorum)
bunu bana iki de bir kızmandan anlıyorum
o zaman tarafsız olmaya çalışıyorum
(ama nedense her seferinde kendimi haklı buluyorum)

bazan çok güzel kızlarla çıkıyorum
(ama hiçbiriyle de tek kelime konuştuğum yok)
birkaç gün içinde terk ediyorlar beni
ben de ıslık çalarak oradan uzaklaşıyorum

mavi rengi çok seviyorum
gözkapaklarımı maviye boyuyorum
ne zaman markete gitsem
birkaç mavi yumurta alıyorum

kör olmaktan çok korkuyorum
o zaman oturup biraz ağlıyorum
televizyonu açıp konuyu değiştirmeye çalışıyorum
bir kıymık batmasın diye
sokaklarda gözü kapalı yürüyorum
(vatmansız bir tren gibi)

sana hiç laf söyletmiyorum
mesela, birisi beni hiç sevmediğini söyledi değil mi
(bu ben de olabilirim)
onu hemen oracıkta öldürüyorum
(sonra isa geliyor, biraz mırıldanıyor ve..)

çocuklarla çok iyi anlaşıyorum
onlara günün birinde delirirsem sakın beni
taşlamayın diyorum
onlar da hemen söz veriyorlar
(ama çocukları bilirsiniz, onlara pek de güvenemiyorum)

çok yakın bir arkadaşım var
(adının ne olduğunu hala bilmiyorum)
bazan oturup birlikte içiyoruz
ona her seferinde kendine bir kız bul artık diyorum
(nedense o da bana aynı şeyi söylüyor
tuhaf bir durum, kabul ediyorum)

şarkı söylemeye çok utanıyorum
(bütün yüzler bana çevrilecekmiş gibi geliyor)
çok istersem, biraz gitar çalıyorum
perdeleri çekip deli gibi dansediyorum
(kapı da sımsıkı kapalıysa)

İnsanlar durmadan konuşuyor
(ben kesinlikle cevap vermiyorum)
Başkalarının bu kadar akıllı oluşuna şaşıyorum
Nasıl olup da her şeyi biliyorlar
(bense hemen hemen hiçbir şey bilmiyorum,
buna da ayrıca şaşıyorum)

aynaya pek sık bakmamaya çalışıyorum
(söylemiştim, epeyce borcum birikti kendime)
ya da belki ismimi sorar da bilemem diye korkuyorum
(yanlış hatırlamıyorsam bundan da biraz söz etmiştim)
ben de saçlarımı el yordamıyla tarıyorum
tıraş olmak içinse berbere gidiyorum
(tahmin edersiniz, aynaya sırtımı dönüyorum)

canım seni görmeyi çok isterse
oturup bir resmini yapıyorum
(sana benzetebildiğimi pek söyleyemem)
sonra kendime bir votka hazırlayıp
sana annabell lee’yi okuyorum
(bu şiirde ne buluyorsun hiç anlamıyorum)

dışarıda yağmur yağmıyorsa acayip bozuluyorum
oturup ilyada’yı ezberlemeye çalışıyorum
o sırada telefon falan çalarsa
kesinlikle cevap vermiyorum

bazan canım gerçekten sıkılıyor
o zaman kendime biraz içki koyuyorum
ışıkların hepsini kapatıyorum
ilk yudumu hep senin şerefine içiyorum
(bir keresinde unutmuştum bunu, saklamıyorum)

o gün seninle karşılaşmışsak
mutlaka oturup bunu not ediyorum
(üzerinde ne vardı, gülümsüyor muydun)
eğer birini sana benzettiğimi fark etmişsem
yazdıklarımı hemen o an yırtıyorum

bazan bütün gün şiir okuduğum oluyor
(kan dolaşımım biraz hızlansın diye)
örneğin bu sabah aynı şiiri yirmi defa okumuşum
(yine de ezberleyemedim, işte buna çok içerliyorum)

o gün günlerden Cuma’ysa
mutlaka biraz gülümsüyorum
en güzel giysilerimi giyip sokağa çıkıyorum
kızın biri şöyle alıcı gözle bakarsa bana
bu iş bu kadar deyip evime dönüyorum
(yanlış anlamayın, bunun pek sık olduğunu savunmuyorum)

bazan eski günlüklerimi karıştırıyorum
her seferinde kendime hayret ediyorum
ne acayip bir adammışım ben diyorum
(sanki şimdi çok normalmişim gibi)
yine de kendimi bir şekilde bağışlıyorum

sokaklarda hızlı hızlı yürüyorum
ya birisi bana saati sorarsa, ya biri el ilanı falan uzatmaya kalkarsa,
(böyle şeylerden pek hoşlanmıyorum)
ama bir tatlıcıya rastlamışsam
mutlaka girip oturuyorum
ne yiyeceğime bir türlü karar veremiyorum,
bir iki saat öylece oturup düşünüyorum,
sonra da hiçbir şey yemeden kalkıyorum,
(bana sorarsanız, böyle olacağını daha baştan biliyorum)

kendime biraz mesafeli davranıyorum
belki de fazla şımartmak istemiyorum
örneğin her sabah günaydın derim kendime
ama bazan söylemeyi unutmuş gibi yapıyorum

insanlarla kavga etmemeye çalışıyorum
biri bana vurmuşsa başkasına benzetmiş olmalı diyorum
bir süre bunu itiraf etmesini bekliyorum
etmiyorsa adam sen de deyip oradan uzaklaşıyorum

kuşlarla aramdan su sızmıyor
(gerçi geçen gün bir tanesiyle biraz tartıştık,
neymiş, bayat yem atmışım önüne, böylesini yiyemezmiş,
karnı da öyle aman aman aç değilmiş zaten,
yemezsen yeme dedim ben de, mendebur hayvan,
onu da bulamayan kuşlar var, bence bunu biraz düşünmelisin)
(bazı kuşları anlamak gerçekten de mümkün olmuyor)

barlara gitmeyi pek sevmiyorum
(dünya gözüme başka türlü görünmüyor)
eve gelip biraz uzanmayı tercih ediyorum
gerçi birkaç dakikadan fazla yatamıyorum
(sanırım biraz sinirli bir adamım)

bazan gelip benden bir şeyler istiyorsun
(bir çakmak, bir kitapçık)
nedense hep bende olmayan şeyleri seçiyorsun
her seferinde de iki elinle birden kapıya yaslanıyorsun
(bundan tuhaf bir zevk aldığımı itiraf ediyorum)

ama ben seni kendime yasakladım
bütün gün balık avlıyorum
bazan kendime telefon ediyorum
nedense hiçbir zaman evde olmuyorum
(sandığınızdan daha meşgul bir adamım)

bazıları biraz çatlak olduğumu düşünüyor
selam bile vermeden yanımdan geçiyorlar
ben de içimden canınız cehenneme diyorum
saati sorarlarsa mutlaka yalan söylüyorum

ne zamandır bir tiyatroya gideyim istiyorum
(sırf vestiyere bırakabilme zevki için bir şemsiye edinmeye değer)
ama ya oyun iyiyse de sen kaçırdın diye üzülürsem deyip gitmiyorum
(buna inanmayabilirsin)
ben de oturup kendi oyunlarımı kendim yazıyorum
(çoğu ilion’da geçiyor, homer’den esinleniyorum)

bazan seninle ne güzel anlaşıyoruz
(örneğin hangi diş macunu daha iyi, bu seçimlerde kime oy vermeli)
ama bazan da bütünüyle ters düşüyoruz
(ben haikulardan hoşlanıyorum, sen sonelerden)
o zaman birkaç gün hiç konuşmuyoruz

dedim ya, ben seni kendime yasakladım
bütün gün ağaçlara tırmanıyorum
(sırf kuşları şaşırtmak için)
çocuklara bilmedikleri oyunları öğretiyorum
(çoğunu bir gece önce uydurmuş oluyorum)
ne o öyle, ne zaman görsem saklambaç, yakartop, birdirbir
klişelerden hiç mi hiç hoşlanmıyorum

arada bir tavlalara gidiyorum
seyislerden izin alıp atlarla biraz konuşuyorum
hepsi de beni öyle seviyor ki
her seferinde onlara daha çok şeker götürüyorum

sen şimdi şaşıyorsun ne çok şey yaptığıma
bu kadar iş yirmidört saate sığar mı diyorsun
(ilk bakışta ben de sana hak veriyorum)
ama bir şey söyleyeyim mi
bütün bunlardan sonra yine de boş vaktim kalıyor
hatta bütün bu saçmalıklar o kadar az vaktimi alıyor ki
bütün gün ne yapsam diye kara kara düşünüyorum

bazan serbest bırakıyorum seni kendime
o zaman evinin önüne geliyorum
(saat tam kaçta çıkacağını biliyorum)
çıkar çıkmaz sana saati soruyorum
(ne yapayım daha iyi bir mazeret bulamıyorum)
sen de her seferinde saatin olmadığını söylüyorsun
çok yazık deyip uzaklaşıyorum oradan
(bu her seferinde böyle oluyor
ama sen yine de bana hiç kızmıyorsun)

şarapçılarla yarenlik etmeyi seviyorum
(gerçi fazla samimi olmaya gelmiyor, çok içince mutlaka maraza çıkartıyorlar)
onlara hayatın anlamını soruyorum
yanıt olarak benden bir sigara istiyorlar

sonra bir gemi batacakmış gibi oluyor
sakın ha diyorum bir batık daha kaldıramam
böyle şeyleri benden başka dert edinen olmamasına şaşıyorum

ama ben seni kendime yasakladım
bütün gün duvarları boyuyorum
(bir gün gözlerinin rengine, bir gün dudaklarının)
bütün kazancım boyalara gidiyor
ama olsun duvarlara bakınca gözlerini görmüş gibi oluyorum
(bazan da dudaklarına dokunmuş gibi)

canım sıkkınsa kimseyle konuşmuyorum
(o çok sevdiğim otobüs şoförüyle bile)
seninle bile
o zaman sanki bir kılıç balığı şöyle bir sıçrıyor
ve tekrar sulara gömülüyor yarı baygın

kimi zaman akşam olmak bilmiyor
çocuklar bile asık yüzlüymüş gibi geliyor bana
sanki her ağaca asılı bir ölü var
böyle günlerde alıp başımı gidiyorum
yürürken üzerimdekileri çıkarıp atıyorum bir yandan da
çırılçıplak kalınca geri dönmeye başlıyorum

belki de yasaklamamalıydım seni kendime
belki de daha sık düşünmeliydim seni
daha iyi şiirler yazmalı ya da hiç olmazsa
daha çok yangın çıkartmalıydım
; ki kül olup gitsin içinde avare kemiklerim

ama ben seni kendime yasakladım
bütün gün deniz kenarında dolaşıyorum
dalgalar bana hiçbir şey söylemiyor
ben yine de onlara iyi davranıyorum

bazan Ay bana bir sır verecekmiş gibi oluyor
sanki belli belirsiz boğazını temizliyor
buyrun diyorum ben de hemen, sizi dinliyorum
ama o sırtını dönüp uzaklaşmaya başlıyor

bütün gün kapımın önünü temizliyorum
sonra ordan mavi bir kuş havalanıyor
bir kedi ıslık çala çala önümden geçiyor
çöpçüler nedense hep mutsuz görünüyor

bu kış oldukça sert geçiyor
ceviz büyüklüğünde tanelerle yağıyor kar
bazan bir tanesi avuçlarıma düşüyor
buzdolabına yetiştiremeden avcumda can veriyor
ne yalan söyleyeyim işte o zaman boğazıma bir şeyler düğümleniyor

ben seni kendime yasakladım
bütün gün misketlerimle oynuyorum
kırık bir kaleydoskopum var
bazan gözümü yapıştırıp dalıp gidiyorum saatlerce
sanki oradan birisi bana el sallıyor
(bu belki sensin, belki de değilsin, kesin olarak bilmiyorum)

sabah olunca kuşları uyandırıyorum
bazıları bana yeni öğrendikleri aryaları söylüyor
sonra da gagalarını uzatıp birer solucan istiyorlar
(sanki ben solucanlara kıyabilirmişim gibi)
elbette biraz susamla yetiniyorlar

sana öyle çok şiir yazdım ki
üst üste koyunca boyumu bile geçiyor
ama bazıları o kadar ahmakça şeyler ki
okurken utançtan yüzüm kızarıyor

ne zaman yağmur yağsa gözlerim biraz nemleniyor
ne gereği vardı şimdi diyorum
oturup güzel şeyler düşünmeye çalışırken
örneğin parktaki çocukları, o şoförü

ama ben seni kendime yasakladım
oturup bütün gün bu şiiri yazıyorum..

Korkut Kabapalamut
Kör Saatçi; (İngilizce: The Blind Watchmaker, 1986, Norton & Company, Inc. New York) Richard Dawkins'in evrimsel gelişmeyi basit örneklerle modellendirerek anlattığı TÜBİTAK tarafından yayınlanan popüler-bilim alanında yer alan önemli ve kült kitabı.

İsmi 18. yüzyıl tanrı bilimci William Paley 'in o dönemde çok bilinen bir kitabına referans olarak kullanılmıştır. Paley kitabında bu tür tartışmalarda sık kullanılan saat analojisine başvuruyor, çünkü saat complex (karmaşık) yapıları anlatmak için iyi bir model. 

Paley eğer yürürken yerde bir saat görseydiniz bunun karmaşık bir mekanizma olduğunu ve bir tasarımcı tarafından önceden tasarlandığını düşünürdünüz ama insan gibi karmaşık yapıların neden önceden tasarlanıldığını düşünmüyorsunuz diyerek bu tasarımcının üstü kapalı bir biçimde tanrı olması gerektiğini iddia ediyor. Dawkins de buna cevap olarak mutasyon, birikimli seçilim gibi mekanizmalarla çalışan evrimin önceden planlanamayan bir süreç olduğuna dikkat çekerek bu saatçinin ileriyi göremeyeceği ve planlayamayacağı için kör olması gerektiğini savunarak kitabına Kör Saatçi adını verir.

Ve bunu da yaptığı bir programla açıklamaya çalışır ki kendisi yazıldığı gibi bir bilgisayar programcısıdır, bu program kendiliğinden biyomorph adı verilen şekiller oluşturan bir programdır. Doğada binlerce gen kullanan canlılara karşın bu programda oluşan şekillerin kullandığı gen sayısını 9'la kısıtlar, her oluşan yeni biyomorfla bir önceki biyomorf arasında sadece +1 veya -1 gen farkı vardır. Dawkins bilgisayarda tesadüfi olarak oluşan şekilleri incelerken ortaya çıkan bir şekli gözden kaçırır ve yeniden aynı şekle ulaşmak ister ama bunu bir türlü başaramaz. "Programı kendim yazdığım halde, nasıl çalıştığını bildiğim halde ben aynı şekle bir daha ulaşamıyorum." diyerek, doğadaki gelişmelerin de böyle olduğunu bir sonraki adımın nasıl olacağının, evrimin ne yöne gideceğinin önceden asla kestirilemeyeceğini söylüyor.

Dawkins bize doğadaki tüm her şeyin bir anda ve önceden tasarlanmış bir şekilde ortaya çıktığı, gelişime kapalı, durağan bir modelin tersine her şeyin kerte kerte, adım adım, basit den karmaşığa doğru ilerlediği, sürekli gelişen, hareketli bir gelişme modeli sunuyor. Ona göre insanın evrimi tahayyül edememesinin en büyük nedeni beynimizin küçük niceliklerle çalışmak üzerine evrimleşmesi ve için işin içine milyonlarca yıllık süreçler girince affallayıp kalmasıdır.

İzlemek İçin Tıklayın
"Hepimiz "iyi" insandan ne anladığımızı biliriz. İdeal iyi insan içki ve sigara içmez, küfretmez, yalnız erkeklerin bulunduğu bir toplantıda orada hanımlar varmış gibi konuşur, kiliseye aksatmadan gider, her konuda isabetli fikirleri vardır. Haksızlığa karşı derin bir nefret duyar ve Günah'ı cezalandırmanın bizim acı bir görevimiz olduğunu bilir. Yanlış düşünmeye karşı daha da büyük bir nefret duyar ve genellikle orta yaşlı başarılı yurttaşlarının benimsediği görüşlerin isabetli olup olmadığını sorgulayan kişilerden gençleri korumanın bir devlet görevi olduğu kanısındadır.

Titizlikle yürüttüğü mesleki faaliyetleri yanında hayır işlerine de hayli zaman ayırır: yurtseverliği ve askeri eğitimi teşvik eder; işçilerin ve onların çocuklarının çalışkan, serinkanlı ve erdemli olmalarını destekleyebilir ve bunu o konulardaki başarısızlıkların gereğince cezalandırılmasını sağlayarak yapar; belki bir üniversitenin mütevelli heyeti üyesidir ve yıkıcı fikirleri olan profesörlere görev vermeyerek eğitime yönelecek saygısızlığı önler. Kuşkusuz, her şeyden çok da, dar anlamıyla "kişisel ahlakı" kusursuzdur."
Aşağıda, müslümanların kutsal kitabı olan Kur'an-ı Kerim'den derlenmiş öldürmeye dayalı emirleri göreceksiniz. Bu ayetler için "dönem şartlarına göre veya benzer sebeplerle mazur görülebilir" diyeceklerdir müslümanlar ancak kutsal olan bir kitapta her ne koşulda ve ne için olursa olsun öldürme emrinin bulunması -en azından benim- ahlak anlayışına uygun düşmemektedir.

Bugün bu ve buna benzer bir çok ayet göz ardı edilmektedir. Kur'an'daki güzel ve huzur dolu ayetler "ılımlı müslümanlar" tarafından ön plana çıkarılarak gerçek İslam'ın o ayetler olduğu söylenir. Ancak çağımızın ahlak anlayışına ve düşüncesine uymayan ayetler ise göz ardı edilerek geçmiş zamanlara ait olan -ve belki de- uygulanması o zamanlar için zorunlu olan emirler olarak gösterilmektedir. Tabii ki tarafsız düşünülünce insan mantığına ters gelen her ayet için "vardır bir hikmeti" düşüncesi de oldukça yaygındır.

Varmak istediğim sonuç, aslında günümüzde müslüman olanların Kur'an'ın saf ve öz anlamına uygun müslüman olmadıklarıdır. Her birey kendi içindeki ve tasarısındaki dini -metafiziksel- gerçeklik çerçevesinde toplumda kabul gören dini eğip bükmekte ve dinin asıl gereklerini bilmeden o dinin mensubu olmaktadırlar.

Bunun en çarpıcı örneği, İran, Afganistan ve Türkiye arasındaki İslamiyet'in uygulanış şeklidir. Bir Türk, İran'daki veya Afganistan'daki İslam'ın doğru uygulanmadığını savunurken; bir İranlı ya da Afgan da Türkiye'deki İslam'ın doğru uygulanmadığını savunur. Bunun temel sebebi Kur'an'ın içerisinde hem iyi ve mantıklı hem de kötü ve mantıksız ayetlerin bulunmasıdır. Kim neyi nasıl isterse o şekilde alır ve kullanır. Bu yüzden de günümüzde insanlar sadece kendilerine mantıklı geldiği kadarıyla dini sosyal hayatlarına sokarlar.

İnsanlar kahramanları oynuyorlar; çünkü korkaklar. Azizleri oynuyorlar; çünkü kötü ruhlular. Suikastçiyi oynuyorlar; çünkü yanı başlarındaki komşularını öldürmek için yanıp tutuşuyorlar. İnsanlar oynuyorlar; çünkü doğuştan yalancılar.
- Jean-Paul Sartre

Büyük ruhlar, sıradan beyinler tarafından her zaman şiddetli muhalefet gördü. Sıradan bir beyin, geleneksel önyargıları körce boyun eğmeden reddeden ve düşüncelerini cesurca ve dürüstçe ifade eden insanları anlayabilecek kapasiteye sahip değildir.
- Albert Einstein

Ne zaman bir hükümet, ya da bir cami/kilise, kölelerine, "Bunu okuyamazsınız, bunu göremezsiniz, bunu bilmeniz yasak" dese, nedenleri ne kadar kutsal olursa olsun, sonuç zorbalık ve baskıdır. Aklı kandırılmış bir adamı kontrol etmek için çok az bir güç gerekir. Aksine, özgür bir insanı, aklı özgür bir insanı hiçbir kuvvet kontrol edemez. Ne işkence, ne fisyon bombaları, ne de bir başka şey. Özgür bir insanı fethedemezsiniz; yapabileceğiniz tek şey onu öldürmektir.
- Robert A. Heinlein

Düşünmek, yargılamaktır.
- Immanuel Kant

Geleneksel anlamda ahlak, yaşamanın tadlarından yüz çevirmiş çileci düşüncelere tepkiye dayanır ve dolayısıyla yaşamdan gizlice öc almak niyetindeki yoz kişilerin mizacının sonucu olan bir ahlaktır ve bu niyet, başarıyada ulaşır.
- Friedrich Nietzsche

İnsanoğlu yabancısı olduğu şeyi barbarca, kendi aklına uyduramadığı şeyi de akıl dışı diye tanımlar.
- Friedrich Nietzsche

Sarayda başka türlü, kulübede başka türlü düşünülür.
- Ludwig Feuerbach

Eğer hepimiz bir yıldızın merkezinden geldiysek, her birimizin atomları da o yıldızın merkezinden gelmiş demektir... O halde hepimiz aynı şeyiz. Bir kola makinası veya bir izmarit de, o yıldızın atomlarından yapılmıştır. Hepsi de sizin ve benim gibi binlerce kez dönüşüme uğramıştır. Bu yüzden, o dışarıdaki şey benim. Peki o zaman bunda korkulacak ne var? Aradığımız teselli nedir? Hiçbir şey... Korkacak bir şey yok çünkü, her şey biziz. Asıl sorun doğduğumuz andan itibaren ayrıştırılmamız ve bireyselleşmemiz için bir isim ve bir kimlik verilmiş olması. Bütünlükten ayrılmış olmamız... İşte dinlerin de istismar ettikleri budur.İnsanlar bir şeyin parçası olmak isterler.Onlar da bunu sömürür, buna Tanrı derler, onun kuralları olduğunu söylerler, bence bu zalimliktir. Bence din olmaksızın da bunu yapabiliriz.
- George Carlin
1) Amaçlı argüman: 
Bu her olası durumu kapsamayan bir akıl yürütme yoluyla bir fikri kanıtlamaya çalışmaktır.

"Ali iyi bir müslümandı ve kanseri yendi."
"Demek ki, Ali'yi Allah iyileştirdi".

2) Sonuçtan geri gidiş
Bu, şu şekilde bir akıl yürütmedir: "A doğruysa B doğrudur", "B doğrudur, demek ki A doğrudur". Dikkat edilirse bu akıl yürütme yanlıştır. Çünkü B'nin doğru olmasının tek yolu A'nın doğru olmasından geçmeyebilir.

"Eğer evren zeki bir varlık tarafından yaratılmış olsaydı, her yerde düzen görürdük. Her yerde düzen var, demek ki evren zeki bir varlık tarafından yaratılmıştır".

3) Hikayelere dayalı kanıt
En yaygın yanlışlardan biridir. Bir şeyi aktarılan hikayelerle kanıtlamaya çalışmaktır.

"Tanrının varlığına dair çok sayıda kanıt var. Daha gecen gün kanserli bir kız hakkında bir yazı okudum. Ailesi düzenli olarak kızlarının iyileşmesi için dua etmiş ve kız iyileşmiş".

4) "Hep öyleydi" yanlışı
Bu hata, bir şeyi sadece çok eski olması yüzünden iyi ya da doğru kabul etmektir. ("çok uzun zamandır böyleydi")

"Din binlerce yıldır var. İnanmanın insanların hayatini tehlikeye soktuğu dönemlerde bile vardı. Bu kadar suredir dayanması doğru olduğunu gösterir".

5) Tehdit 
Bu, kişileri tehdit veya güç kullanarak bir şeyin doğruluğuna ikna etmeye çalışmaktır.

"İslam doğrudur. Kabul etmeyenler cehennemde bunun cezasını çekecekler".

6) Kişiye yönelme
Bu, bir iddiayı, söz konusu iddiayı dile getiren kişiye yapılan bir saldırı yoluyla reddetmeye çalışmaktır.

"Ahmet ateistlerin ahlaklı olabileceğini söylüyor. Kendisi de ateist zaten, ama karisini ve çocuklarını terk etti".

7) Cahil düşünce biçimi
Bu, bir iddiayı sırf aksi kanıtlanmadı diye doğru kabul etmektir. Ya da tam tersi, doğru olduğu kanıtlanmadı diye yanlış kabul etmek.

"Elbette kuran doğru. Aksini kimse kanıtlamadı."

8) Sayı çokluğuna dayalı argüman
Bu yanlış, bir şeye çok fazla kişinin inanmasını o şeyin doğru olduğuna kanıt olarak sunmaktır.

"Bu kadar çok kişi piramitlerin gücüne inandığına göre, bunda bir gerçek payı olmalı"

9) Ünlü kişileri kanıt göstermek
Bir kişinin ünlü olması her konuda haklı olduğunu göstermez (uzman olduğu alanda bile)

"Isaac Newton bir dahiydi ve tanrıya inanırdı".

10) Gizli kabul
Pek çok durumda insanlar açıkça dile getirmedikleri kabullerden yola çıkarak yargılarda bulunurlar. Kabullerin tümünü dile getirmek her zaman mümkün olmasa da, bu durum bazen karışıklığa yol acar.

"Peygamber Allah'ın elçisi olmasa nasıl ayı ikiye bölebilirdi ki?"

(Peygamberin gerçekten ayı ikiye böldüğü kabulü altında yargıda bulunulmaktadır)

11) Alternatifleri sınırlama
Bu, ikiden fazla alternatif olabilecek konularda bile, konuyu yalnızca iki alternatif varmış gibi sunma yanlısıdır.

"İnsan ya Allah tarafından yaratıldı, ya da bilim adamlarının dediği gibi kör şansa dayalı olarak rastlantısal şekilde oluştu. İkincisi çok küçük ihtimal olduğundan, ilki doğrudur".

12) Döngüsel akıl yürütme
Bu durum, ulaşılmak istenen sonucu doğru kabul eden bir öncülden yola çıkarak söz konusu sonuca ulaşmaktır. Yani yola çıkılan nokta ile ulaşılan sonuç aynıdır, Fakat sonuç başlangıç önermesinde gizlenmiştir.

"Dünyayı tanrı yaratmadıysa kim yarattı?"

(Bu akıl yürütmede, dünyanın yaratıldığı, yani yaratan bir varlığın, dolayısıyla tanrının varolduğu kabulünden yola çıkılmıştır)

13) Ön kabul yanlışı
Bu, sorulmadığı halde kesin bir cevap alındığı farz edilen bir yargıyı ön kabul olarak ele alan bir soru sormaktır.

Örneğin sorgu memurları sorgulama sırasında, sanığı tuzağa düşürmek için bu tur sorular sorarlar:

"Çaldığın parayı nereye koydun?"

(Paranın çalındığı farz ediliyor).

14) Acele genelleme yapmak
Bu yetersiz örneğe dayanarak genelleme yapmaktır.

"Ali'nin öğretmeni iyi değil. Ayni okula giden Ayşe'nin öğretmeni de. Demek ki o okuldaki tüm öğretmenler kötü".

15) Ters çevrilmiş mantık yürütme
Bu, "A doğruysa B doğrudur, demek ki B doğruysa A doğrudur" seklindeki bir akıl yürütmedir. (Dikkat edilmeli ki bir akıl yürütmenin tersi de doğru olmak zorunda değildir)

"Yağmur yağınca yerler ıslanır. Yerler ıslak, demek ki yağmur yağdı".

(Yerlerin ıslak olmasının tek sebebi yağmur olmayabilir. Belki birisi kaldırımları yıkamıştır, ya da bahçe sulamıştır, vs).

16) Nedenselliğin yanlış kavranışı
Bu, iki olay ardı ardına gözlendi diye birini diğerinin sebebi kabul etme yanlışıdır.

"Televizyon çıktığından beri okuma yazma oranında artış oldu. Demek ki televizyon buna sebep olmuştur".

(Okuma yazma oranının artısına başka faktörler de sebep olmuş olabilir. Hatta televizyonun bunda bir fonksiyonu olmayabilir. Ya da televizyon faktörlerden yalnızca biri olabilir).

17) Yanlış mantık kurgusu
Bu akıl yürütme "A doğruysa B doğrudur, A yanlış, demek ki B yanlıştır" seklindeki bir akıl yürütmedir. Bu yanlıştır, çünkü B'nin doğru olmasının tek yolu A'nın doğru olması olmayabilir.

"Kuran değişmiş olsaydı insan yapısı olurdu. Değişmemiştir, demek ki hala tanrının sözüdür".

18) Yanlış genelleme
Yapılan bir genelleme her özel duruma uymayabilir.

"Müslümanlar ateistleri sevmez. Ali bir müslümandır. Demek ki Ali ateistleri sevmez".

19) İlgisiz sonuç
Bir argüman, kendisiyle ilgisi olmayan bir sonucu kanıtlamak için kullanılırsa bu da bir düşünce yanlışıdır.

Örneğin bir teist, İslamın doğru olduğunu iddia edip, sonra İslamın pek çok kişiye nasıl yardim ettiğinden bahsederse, İslamın doğruluğuyla ilgili bir şey söylemiş olmaz.

20) Yanlış sebep
Bu durum, bir şeyin bir olayın sebebi olmadığı halde sebebiymiş gibi gösterilmesi durumudur.

"Başım ağrıyordu. Aspirin aldım ve tanrıya dua ettim. Baş ağrım geçti. Demek ki tanrı baş ağrımı geçirdi".

21) Mantıksal bağlantısızlık
Burada, mantıksal olarak öncüllere bağlı olmayan bir sonuca ulaşılır.

"Mısırlılar piramitleri yaparken çok kazı yapmak zorunda kaldılar. Demek ki paleontolojide uzman olmalılar".

22) Kompleks soru
Burada cevabi karmaşık bir soruya çok basit bir yanıt beklenir.

"Yüksek vergi is dünyası için iyi midir, kotu mu?"

23) Yanlış sebep tespiti
Bir olay başka bir şeyden önce oldu diye onun sebebi kabul edilmesi.

"Sovyetler ateizmi toplumlarına yerleştirdikten sonra çöktüler. Demek ki ateizm bunun bir sebebidir".

24) Kanıtlama yükümlülüğünün kaydırılması
Kanıtlama yükümlülüğünü, yanlış tarafa yüklemektir.

"Tanrının varolduğuna inanmıyorsan, varolmadığını kanıtla o zaman"

25) İlgisiz sonuçlar
Bir şey olursa, pek çok kötü sonucu beraberinde getireceğini iddia etmektir. Bu sonuçların gerçekten ilk olaya bağlı olduğu konusunda bir kanıt getirilmez.

"Dondurma yersen, boğazlarını üşütüp yatağa düşeceksin. Sonra okula gidemeyip yarinki sınavını kaçıracaksın. Bu yüzden mezun olamayıp, issiz kalacak, sokaklarda sürüneceksin".

26) Başkasının pozisyonunu yanlış temsil etmek
İddia edilmeyen bir şeyi iddia ediliyormuş gibi göstermek veya bu yolla karşıdakine geçersiz yükümlülükler yüklemektir.

"Tanrıya inanmadığına göre ahlaklı davranmak zorunda olmadığını düşünüyor olmalısın".

"Eğer tanrının olmadığına inanıyorsan, kesin olarak bundan emin olabilmek için tüm evreni ve tanrının olabileceği her yeri araştırmalı ve ondan sonra sonuca ulaşmalısın. Bunu yapmadığına göre, düşüncen savunulabilir bir düşünce değil".

27) "Sen de" yanılgısı
Bir argümanın kabul edilir olduğunu karsıdakinin de bunu yaptığına dayalı olarak iddia etmektir.

"Hakaret ediyorsun"

"Sen de ediyorsun"

28) Yanlış analoji
İki olay arasında analoji kurup, aslında her açıdan benzer olmasalar bile, ilgisiz açılardan bile arada benzerlik olduğunu farz ederek akıl yürütmede bulunmaktır.

"Fare kapanı indirgenemez komplekstir ve bir tasarımcısı vardır"

"Flagellum bakterisi indirgenemez komplekstir, dolayısıyla, onun da tasarımcısı vardır".

29) Reddedişin yanlış yorumlanması
Bu yanılgı, bir düşüncenin geçersizliği gösterilirse, başka bir düşüncenin geçerliliği otomatikman kanıtlanmış varsaymaktır.

"Evrim doğru değildir, dolayısıyla, yaratılış hipotezi doğru olmalıdır".

30) Açıklanmamış olanı açıklanamaz kabul etmek
Bir şeyin açıklamasını biz ya da çevremizdeki kişiler bilmiyor diye (ya da hatta konunun uzmanları da açıklayamıyor olabilir), bunu açıklanamaz kabul etmektir.

"Ateş üzerinde yürüyenlerin bunu nasıl başardığı meçhul. Demek ki bu olayın altında doğaüstü güçler var". 
Pek çok kişi, kafalarındaki önyargıları başka bir şekilde düzenlerken düşündüklerini zannetmektedir.
- William James

Eğer insanları, düşündüklerine inandırırsanız, sizi severler. Gerçekten düşündürürseniz ise, sizden nefret ederler.
- Don Marquis

Aptalca bir şeyi elli milyon kişi de söylese, o hala aptalca bir şeydir.
- Anatole France

Bilgili bir ahmak, cahil bir ahmaktan daha çok ahmaktır.
- Moliere

Yanlış bir argumanın ilacı, daha iyi bir argumandır. Fikirlerin bastırılması değil.
- Carl Sagan

İnsanlar dünyanın düz olduğuna inandıkları zamanlarda haksızdılar. Dünyanın küre şeklinde olduğunu düşündüklerinde de haksızdılar. Fakat eğer dünyanın küre şeklinde olduğuna inanmanın, düz olduğuna inanmak kadar yanlış olduğunu düşünüyorsanız, sizin bakış açınız, bu ikisinin toplamından daha yanlıştır.
- Isaac Asimov
Varoluşçuluğun kurucusu olan çağdaş Fransız filozofu. 1905-1980 yılları arasında yaşamış olan Sartre'ın temel eserleri: L'Etre et le Neant (Varlık ve Hiçlik), La Transcendence de l'Ego (Benin Aşkınlığı), La Nausee (Bulantı), Les Chemins de la Liberte (Özgürlüğün Yolları), L'Existentialisme est un humanisme (Varoluşçuluk), Critique de la Raison Dialectique (Diyalektik Aklın Eleştirisi)'dir. O, akademik bir kurumda profesyonel bir filozof olarak çalışmak yerine, zaman zaman popüler birtakım eserlerle geniş halk kitlelerine ulaşmayı denemiş olan ünlü bir düşünürdür.

Temeller: İnsanın kendi yazgısını belirlemedeki aktif rolünü vurgulayan ve Marks, Husserl ve Heidegger gibi düşünürlerden etkilenmiş olan Sartre'ın temel çıkış noktası, insan varlığı ile öteki nesnelerin varlığı arasındaki farklılığın incelenmesinden oluşur. Başka bir deyişle, Descartes'ın yaptığı gibi, özneden yola çıkan Sartre, Kant'ın problemini, yani şeylerin ya da nesnelerin nedensel olarak belirlenmiş dünyasında, insanın özgürlük ve sorumluluğunun nasıl açıklanabileceği problemini ortaya koyup, bu probleme bir çözüm getirmeye çalışmıştır.
Dostum yalnızlığa kaç! Seni büyük adamların gürültüsünden sersemlemiş ve küçüklerin iğnesiyle didiklenmiş görüyorum. Orman ve kaya seninle vakur, susmayı bilirler. Sevdiğin geniş dallı ağaca benze yine! O, denizin kenarında susan ve dinleyen bir tavırla durmaktadır.

Yalnızlığın bittiği yerde panayır başlar ve panayırın başladığı yerde büyük artistlerin gürültüsü ve zehirli sineklerin vızıltısı başlar. Dünyada en iyi şeyler bile, gösterecek kimse bulunmazsa, bir şeye yaramaz. Halk bu göstericilere büyük adam der. Halk büyükten pek anlamaz. Büyük, yaratıcıdır. Oysaki halk yalnız büyük davaların göstericilerini ve artistlerini tanır. Dünya, yeni değerler yaratanların etrafında döner. Görünmeden döner. Oysaki halk ve şöhret artistlerin etrafında döner. Dünyanın gidişi böyledir. Artistin zekası vardır. Fakat zekanın vicdanı zayıftır. O daima en çok inandırabileceği şeye inanır. Yarın başka, öbür gün başka bir şeye inanır. Onun duyguları halk gibi ve hava gibi sık değişir.

Bütünüyle özgür olmak için bir kimsenin bütünüyle farkında olması gerekir çünkü bizim esaretimizin kökleri bilinçsizliğimizin içindedir; o dışardan gelmez. Hiç kimse seni özgür olmaktan alıkoyamaz. Sen yok edilebilirsin ama senin özgürlüğün sen onu vermediğin sürece senden alınamaz. En son tahlilde her zaman için senin özgür olmama arzundur seni özgürlükten alıkoyan şey. Senin bağımlı olma arzun, senin kendin olma sorumluluğunu bırakmandır özgürlükten alıkoyan seni.

Bir kimse sorumluluğu aldığı an... Ve unutma sadece güller değil dikenler de var; sadece tatlı değil onun içinde acı anlar da var. Tatlı her zaman acı ile dengelenir, onlar her zaman aynı oranda gelir. Güller dikenlerle, günler gecelerle, kışlar yazlarla dengelenir. Hayat zıt kutuplar arasındaki dengeyi korur. O nedenle tüm güzellikleriyle, acılarıyla, keyifleriyle ve kederleriyle birlikte kendisi olmayı kabule hazır olan bir kimse özgür olabilir. Sadece böyle bir kimse özgür olabilir...
Biz büyükler kendi çocukluğumuzu anlayamaz duruma geldiğimiz için çocukları da artık anlayamamaktayız. Çocukluğumuzu unutmamız, yaşamımızın bu dönemine ne denli yabancı düştüğümüzün bir kanıtıdır.
- Sigmund Freud

Düşüncelerinize inanmayabilirim, fakat düşünce ve söz hürriyetinizi hayatım boyunca savunacağım
- Voltaire

Ne kadar okursan oku, bilgine yakışır şekilde davranmazsan cahilsin demektir.

Akıllılar istedikleri şeyi, akılsızlar başkalarının istediğini öğrenir.

Olgun bir adamı dost edinmek isterseniz, eleştirin.

Basit bir adamı dost edinmek isterseniz, methedin.

Akıl yeryüzünden kalksa bile, hiç kimse akılsız olduğunu kabul etmez.
- Sadi-i Şirazi
Sadece şimdiyi değil, aynı zamanda gelecekteki gelişmeleri de açık bir şekilde öngörebilen bir kimse bilgiye sahiptir.
- Terence

Yarattığımız dünya düşünce biçimimizin ürünüdür; düşünce biçimimizi değiştirmeden yarattığımız dünyayı değiştiremeyiz

İyi bir fikre sahip olmanın en iyi yolu, bir çok fikre sahip olmaktır.

Büyük fikirlere şiddetli muhalefet daima orta zekalardan gelmiştir.

Hayatı yaşamanın iki yolu vardır; Biri hiç bir şeyin mucize olmadığını düşünmek, diğeri ise, Her şeyin mucize olduğunu düşünmektir.

Düşlemek, bilmekten daha önemlidir.
- Albert Einstein
Hayvanların yönetimi ele geçirdiği bir çiftliği anlatmaktadır. Mr. Jones'un sahip olduğu bu çiftlikte hayvanlar bakımsızlık, az yem verilmesi ve çok çalıştırılmaları gibi gerekçeler nedeniyle Major adlı bir domuzun önderliğinde isyana karar verirler. Bir süre sonra insanları çiftlikten kovmayı başarırlar ve kendilerine göre kanunlar yaparlar. Buna göre "iki ayaklılar kötü, dört ayaklılar iyidir"; yani insanlar hayvanların tek düşmanıdır ve bütün hayvanlar eşittir. İnsanların yataklarında hayvanların yatması yasaktır ve hiçbir suretle hiçbir hayvan diğer bir hayvanı öldürmeyecektir. İlk seneyi napoleon ve snowball adlı domuzların önderliğinde hayvanlar sadece kendileri için çalıştıkları için mutlu bir şekilde geçirmişlerdir. Daha sonraları ise her konuda Snowball ve Napoleon anlaşmazlığa düşmüşler; Snowball yel değirmeni yapma fikrini öne sürdüğünde Napoleon buna karşı çıkmış ve bir gün daha önceden yetiştirdiği köpekleri Snowball'a saldırmışlar ve onu çiftlikten kovmayı başarmışlardır. Sonunda Napoleon tek başına iktidardadır ve çiftliği dilediği gibi yönetmektedir. Yel değirmeni fikrinin ona ait oldugunu öne sürerek, yel değirmeni inşaasına başlamışlardır.

Komşu çiftlik sahipleri ise bu gelişmelerden bir hayli rahatsız olmuşlar ve bir gün kendi hayvanlarının da böyle bir isyana kalkışacağından korkmaktadırlar. Onun için bir saldırı düzenlemeye karar verip, yel değirmenini yıkmışlardır. Napoleon bütün bunların snowball tarafından yapıldığını ileri sürer. ve kesin bir şekilde yasakladıkları halde daha rahat ve sessiz bir ortamda çalışmak için Napoleon Mr. Jones'un evinde yaşamaya başlayarak, domuzların diğer hayvanlardan 1 saat daha geç kalkacağını bildirmiştir. Sadece bunlarla kalmayıp kanunlarda da değişiklikler meydana getirmiştir. Meselâ kanunlarda var olan "hiçbir hayvan diğer bir hayvanı öldüremez" maddesine "sebepsiz yere" eklenerek değiştirilmiştir. Gün geçtikçe diğer hayvanlara verilen yiyecek miktarı azaltılmış ve hayvanlar daha çok çalıştırılmaya başlanmıştır. Hatta hayvanlar Mr. Jones'un zamanında mı yoksa şimdi mi daha çok çalıştırıldıklarını algılayamamaktadırlar. bir gün çiftlikteki hayvanlar domuzların bulunduğu çiftlik evinden kahkahalar duyulunca oraya gitmişler ve onları masa başında insanlarla birlikte karşılıklı iskambil oynarken bulduklarında, masadakilerden hangilerinin insan hangilerinin domuz olduğuna karar verememişlerdir.

İzlemek İçin Tıklayın...
Mâkul kişiler kendilerini dünyaya uyarlarlar. Mâkul olmayanlar ise dünyayı kendilerine uyarlamakta ısrar ederler. Bu nedenle tüm ilerlemeler mâkul olmayan kişiler sayesinde gerçekleşir.
- Bernard Shaw

Bir ermişe rastlamanın normal insana rastlamaktan daha kolay olduğu dönemlerde, dinden hiçbir şey beklenmez; işçiden çok sanatçı üreten bir dönemden de boş yere sanat beklemeyin.
- Johann Heinrich Füssli

Bana bir toplumun neye güldüğünü söyle sana ne için adam vurabileceklerini söyleyeyim..
- Stanislaw Jazek

İki şeyin sonsuz olduğunu biliyorum; evren ve aptallık. Aslında ilki konusunda çok da emin değilim.
- Albert Einstein
Toplumların açmazlarından yalnız o toplumları yönetenler sorumludur görüşü pek yaygındır. Bu görüşte olanların tümü gündelik yaşamın çarklarında dönüp duran ve kendilerini yönetilmeye bırakmış kimselerdir. Bu anlamda kuramlar bile geliştirildiği olur, tarihten örnekler verilir: falanca kral şöyle yapmasaydı her şey çok değişik olacaktı diye düşünülür. Kralı bir güç olarak var sayarken uyrukları yani koca toplumu yok sayarlar. Bu yönde görüşler üretene nereden biliyorsun dediğinizde yüzünüze bir garip bakacaktır: bunu bilmeyecek ne var? Oysa toplumların açmazlarından yönetenlerden önce yaptıklarıyla ve yapmadıklarıyla yönetilenler sorumludur: her toplum kendinin suçlusudur. Burada falancanın filancadan, kralın kaçakçıdan ya da bıçakçıdan daha az ya da daha çok sorumlu olduğunu düşünemeyiz. Bir toplumun bireyleri, tek tek bilinç düzeyleri ne olursa olsun, birlikte ortak bir bilinç oluştururlar. Toplumun her kesimimde etkin olan ortak bilinç daha çok ortalama bilinçlerin ürünüdür. Ortak bilinç ya da toplumsal bilinç tek tek bilinçlerin toplamı değildir, bu bilinçlerin önde gelenlerinin toplamı hiç değildir. Ortak bilinç bir toplumun düşünce düzeyini ortaya koyar, özellikle onun bugünle ilgili algısıyla, dünle ilgili görüşleriyle ve yarınla ilgili öngörüleriyle ilgilidir.
Geleneksel Değerler: Milletimizi çimento gibi birbirine bağlayan değerler: bilinmeye karşı duyulan korku; dine inanmayanlara karşı duyulan nefret; anti-entelektüellik; ırkçılık; cinsiyetçilik; eşcinsel düşmanlığı; cinsel bastırma; insan vücudundan iğrenme ve korkma; kendini ahlaklı zannedenlerin iğrenç cinsellik takıntısı; acının sadistçe eziyetinden zevk alma; bir cehalet-iyidir, akıl-değil-iman felsefesi; imanı gerçeklere tercih etme, çoğunluğun zorbalığına körü körüne inanma; sansür; enayilik; hükümeti düşünmeden destekleme, özellikle de savaş zamanlarında; katliama sevinmek; güçlü liderleri koyun gibi özlemek; yılışıklık; çevreye ve başkalarına ne zarar gelirse gelsin 1 kuruş para kazanma isteği; üstlere karşı dalkavukluk; astlara karşı kabadayılık; dar din -ahlakından- bir santim sapan herkese karşı anlayışsız yaklaşım; -ahlaksız- olana acı çektirme isteği; ve şiddeti, baskıyı, işkenceyi, hapisi ve idamı kullanarak onları -ahlaklı- yapma isteği. Eğer bu geleneksel değerlerimiz olmasaydı, insanlık daha iyi yerlerde olabilirdi.
- Chaz Bufe

Ağaçlar arasında bir ağaç, hayvanlar arasında bir kedi olsaydık bu hayatın bir anlamı olurdu. Daha doğrusu bu sorunun hiç anlamı olmazdı. Çünkü dünyadan bir parça olurduk. Bu dünya olurduk, oysa şimdi bütün bilincimizle, bütün yakınlık gereksinmemizle onun karşısındayız. Öylesine önemsiz olan bu akıl; işte bizi bütün evrenin karşıtı yapan bu! Bu uyuşmazlığın; dünya ile düşüncemiz arasındaki bu kırılmanın temeli, bu konudaki bilinçliliğimiz değil de nedir?
- Albert Camus
İnsan, içinde yok edilemez bir şeyin varlığından sürekli emin olmadan yaşayamaz; ancak gerek bu yok edilemez şey gerekse de bu güven kendisinden daima gizli olabilir. Bu sürekli gizliliğin kendini açığa vurma yollarından biri, kişisel bir tanrıya inançta kendini gösterir. 
- Franz Kafka

O kadar haddini bilmez haldeyiz ki, dünya üzerindeki herşeyin tarafımızdan bilinmesi gerektiğini düşünüyoruz. İşte böyle bir benlik davası yüzünden, etrafımızdaki yarım düzine insanın hakkımızda olumlu bir kanaat taşıyor olması bize zevk ve tatmin veriyor.
- Blaise Pascal

Hayat, bencil veya düşüncesizce hareketler nedeniyle yok edilemeyeceği gibi, daha yüce bir değer veya amaç için de feda edilemez.
- Albert Schweitzer

Hayatın gelişmesi ve yüceltilmesine ilişkin temel ahlakı ilkelerin öneminin bilince çıkarılmasında, kural koyucu inancına özellikle de ödüllendiren ya da cezalandıran bir kural koyucuya gereksinim olmadığından eminim.
- Albert Einstein



İnsan ve Birey - Varoluş Savaşı
Bir Tanrının ya da hakikatin ya da gerçekliğin-ya da her ne derseniz-olup olmadığı sorusu kitaplar, rahipler, filozoflar ya da kurtarıcılar tarafından asla cevaplanamaz. Sizden başka hiç kimse ve hiçbir şey bu soruyu cevaplayamaz, işte bu yüzden kendinizi tanımanız gereklidir. Toyluk ancak kendinden tamamen bihaber olmaktan doğar. Kendini anlamak bilgeliğin başlangıcıdır.

“Değişmek istemiyorum” diyebilirsiniz. Çoğu insan değişmek istemez, özellikle sosyal ve ekonomik açıdan güvende olanlar ya da dogmatik inançlara sâhip olup kendilerini ve olayları olduğu gibi ya da biraz değiştirilmiş hâliyle kabul etmekten hoşnut olanlar.

Ya da, “Kendimde köklü bir iç değişikliğin gerekli olduğunu görüyorum ama bunu nasıl yapabilirim? Lütfen bana yol gösterin, o yola koyulmama yardımcı olun.” diyebilirsiniz. Bunu söylüyorsanız, sizi ilgilendiren değişimin kendisi değildir; aslında ilginizi çeken köklü bir devrim değildir: Sâdece değişimi gerçekleştirebilmek için bir yöntem, bir sistem arıyorsunuz demektir.
İnsanın dünya üzerinde nasıl var olduğu, kendi bilincine vardığından beri olasılıkla hep merak edilmiştir. Kutsal kitaplarda yazdığı gibi doğrudan bir yaratıcı tarafından yaratılmış olduğu ya da evrimsel aşamalardan geçerek bugünkü halini aldığı karşılıklı iki görüş olarak öne sürülmektedir. Yaratılışçılara göre akıl ve beyin tam olarak gelişmiş bir şekilde ve birdenbire ortaya çıktı. Ya da başka bir ifade ile beyin-zihin-bilinç kutsal yaratılışın bir parçasıdır.

Tıpkı doğal seçilim teorisinin yarı sahibi sayılabilecek, Alfred Wallace Russel'ın inandığı gibi insan zekâsının yalnızca kutsal yaratılışla açıklanabileceği ya da nörofizyolog Sir John Carew Emlles'in insan bilincinin "doğaüstü tinsel yaratılış" sonucu ortaya çıktığını ileri sürmesi gibi. Yaratılışçı-evrimci tartışma bugün de devam etmektedir. Bunun yanında evrimciler arasında da, bulunan fosillerin farklı türlere ait olduğu yönünde tartışmalar sürmekte. Tartışma sonucu kimden yana olursa olsun sonuçta elimizde bugün, geçmişe ait bir zamanlar içlerinde beyinler olan birçok kafatası fosilleri bulunmaktadır.
Soru 1. Dinleri bir ruhsal rahatsızlığa benzeten görüşler var. Buna bir açıklık getirebilir misiniz?

Yanıt: Ruhsal rahatsızlıklardan saplantı-zorlantı bozukluğu (obsesif-kompulsif nevroz) ile dinler arasında bir bağ olduğunu, ilk olarak, Sigmund Freud ortaya atmış ve bu konuda "Bir Yanılsamanın Geleceği" başlıklı bir kitap yazmıştı. Dikkat edilecek olursa, hem dinlerde, hem saplantı-zorlantı hastalığında düşünceye büyüsel, doğaüstü bir güç yüklenmektedir.

Örneğin, güzel bir çocuk görüldüğünde çok insan "maşallah" der ve bu sözcükle çocuğun kötülükten, hastalıktan korunduğuna inanılır. Bu inanışa göre, “Maşallah” sözcüğünün büyüsel bir gücü vardır. Duaların kötülükten, hastalıktan, belalardan koruyan bir gücü olduğuna inanıldığı için sık sık dualara başvurulur.

Dualar da büyüsel güç yüklenen, belirli kalıplarla yinelenen sözcük kümeleridir. Saplantı-zorlantı hastalığı olan bir kişi, aklına gelen bir düşüncenin uğurlu ve yapıcı ya da uğursuz ve yıkıcı gücü olduğuna ilişkin inançlar oluşturabilir. Örneğin, belli sayıların uğurlu, belli sayıların uğursuz olduğuna inanır. Aklına uğursuz bir sayı geldiğinde, bunun uğursuzluğunu gidermek için hemen aklına uğurlu sayıları getirmeye başlar ya da bu yıkıcı gücü silebilmek için bir takım yineleyici devinimler (örneğin sayı saymalar, dua okumalar, el yıkamalar...) yapabilir.