Önce "Ya varsa?" mantığının nereden geldiğini ve anlatmaya çalıştığını alıntılayarak konuya başlayalım;
Hz. Ali'ye (r.a), birisi geldi. Adam, ölümü, tekrar dirilmeyi, ahirette hesabı, cenneti ve cehennemi inkar ediyordu. Hz. Ali'ye:
"Ya Ali, siz müslümanlar ölüme ve ölüm ötesine inanıyorsunuz; biz ise inanmıyoruz. Siz cehennemden kurtulmak, cennete girmek için bir sürü ibadet ediyor, mal harcıyor, zahmete giriyorsunuz. Bu zahmet değer mi? Hem ölümden sonra tekrar dirilmenin olacağı ne malum?" diye sordu.
Hz. Ali (r.a) adamı sükunetle dinledi, sonra ona şu cevabı verdi:
"Evet, ölümden sonra dirilmek, hesaba çekilmek, cennete veya cehenneme girmek, ya senin dediğin gibi yoktur; ya da bizim dediğimiz vardır. Önce senin dediğinin doğru olduğunu düşünelim. Ölümden sonra ahiret hayatı yoksa, seninle biz aynı durumdayız. Sana da yok bize de yok. Bu arada bizim Yüce Allah için kıldığımız namazların, yaptığımız ibadetlerin, hayır ve iyiliklerin, güzel ahlakın, verdiğimiz zekat ve sadakaların bize bir zararı olmaz. Ama, ya ahiret varsa, bizim dediğimiz doğru çıkarsa, senin hâlin nice olur?" diye sordu.
Adam, biraz durdu, düşündü ve sonra:
"Vallahi, her iki durumda da siz kârdasınız, ahiret varsa vay bizim hâlimize! Yolunu öğret, ben de müslüman olacağım," dedi ve müslüman oldu.
Şimdi, bu noktada müslüman her birey, "İşte cevap budur!" diye düşünebilir. Ancak yazı neredeyse baştan aşağı yanlışlıklarla ve bir anlamda da dinsel anlayış bozukluğuyla çevrilidir. Şimdi bunları aşama aşama inceleyelim;
1. İnkarcı olan adamın ateist olduğunu varsayalım (aslında o adam deist, agnostik veya panteist de olabilir ama daha yaygın kullanım olan ateisti kullanmayı seçiyorum). Ali için de şüphe yoktur ki müslüman diyebiliriz.
Konunun kısa özeti: İnkarcı olan adam Ali'ye gelir ve durumunu bildirir. Ancak Ali, "Sen haklıysan kimse bir şey kaybetmez." der ve müslüman olmayı seçenlerin 'kazançlı' çıkacağını ekler.
Burada ilk göze çarpan çıkar (menfaat) ilişkisine dayalı bir bağlılığın olduğudur. Yani Allah'ın varlığına inananlar ve O'nun dediğini yapanlar, karşılığını (cennet olarak) göreceklerdir; O'na inanmayanlar ve O'nun dediğini yapmayanlarsa yine karşılığını (cehennem olarak) göreceklerdir. Yani Allah'a inanmanın tek başına değerli olmadığı ve bir anlamda ödül veya cezanın O'na inanmada ve O'nun dediklerini yapmada bir gereksinim olduğu açıkça kabul edilmektedir.
Bu ne demektir? Yani aslında Allah inancı ve Allah sevgisi, ya cezadan korkmaya ya da ödüle konmaya dayanmıştır. Oysa aslında olması gereken, karşılık beklemeden sevmektir. Bu noktada müslümanlar hemen şu itirazda bulunacaklardır; "Bizler zaten seviyoruz ve karşılık beklemiyoruz, bu hikaye inanmayan birini dine çekebilmek içindir. O kişi dine gelince zaten güzellikleri görecek ve Allah sevgisini tek başına ödülsüz veya cezasız anlayacaktır."
Böyle bir iddia en hafif tabirle, 'sevimli' olarak karşılanabilir. Ancak ne yazık ki müslümanların çoğu zaten böyle bir felsefeyi sindirememişlerdir. Bunun yansımasını da, sürekli Allah'tan iyilik (kimi zaman hayırlılık) istemeleri ve her daim cennete gitme hevesi ile yaşamalarında görebiliriz. Yani her müslüman cennet motivasyonuyla imanını kuvvetlendirir. Cennet ve cehennem olmadan, gerçekten bir yaratıcıyı kabul edeceklerini sanmak, saflık olur sanırım.
İlk aşamanın özetini sunacak olursak: Allah'a karşı olan inanç ve O'nun buyruklarını yerine getirmek, ödül isteme ve cezadan korkma temelli bir sisteme bağlıdır. Buradaki Ali'nin söylemi de bunu destekler niteliktedir.
2. Buradaki ikinci önemli husus Ali'nin inkarcıyı davet ettiği dinle ilgilidir. Yani Ali'nin görüşüne göre ya "İslamiyet vardır ve doğrudur." ya da "İslamiyet yoktur ve dolayısıyla yanlıştır." Ancak burada gözden kaçan şey, dünyada yaklaşık 4. 300 din ve mezhep olmasıdır. Bu kadar fazla din içerisinde sadece İslam'a yönelmek ne kadar doğrudur?
Yukarıdaki sayı gerçekten ürkütücüdür. Ve bu dinlerin (hepsi olmasa da bir kısmının) birbiriyle çeliştiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Dolayısıyla İslamiyet'i seçen biri, binlerce diğer dindeki Tanrı tasvirlerini ve dini anlayışı hiçe sayar. Peki bu sefer ben şöyle dersem ne olacak; "Tamam İslamiyet hak din ise dediğin gibi karşılığını alacağız, peki ya doğru olan din İslamiyet değilse?"
Burada yine müslümanların temel itiraz noktalarından birini ele almakta fayda var: "Tamam bir çok din var ancak İslamiyet son din ve bu yüzden en geçerli olanı."
Bu iddia doğru olabilirdi, ancak şu bilgiyi de göz önüne almalıyız; İslamiyet'ten sonra onlarca (irili ufaklı) din ortaya çıkmıştır ve bu dinlerin ortaya çıkışı hem İslam'ı yalanlamakta hem de daha güncel dinlerin varlığını göstermektedir. Burada yine şunu duyar gibiyim; "İslamiyet hem son din hem de hak din ama diğerleri uydurma".
Böyle bir söylem aslında konudan uzaklaşıldığının ve objektiflik değerinin yitirildiğinin göstergesidir. Çünkü İslamiyet'in hak ve doğru din olduğunu, ortada kalan (kafası karışık) bir birey neden kabul etsin? Şöyle düşünün; önünüzde (en az) iki satıcı var ve ikisi de aynı malı satıyor ama biri, "Benim malım daha iyi." diyor. O adamın doğru dediğini nereden bileceğiz? Nihayetinde iki satıcıdan da mal alan insanlar var ve herkes aldığı maldan mükemmellik derecesinde memnun. Yani şunu diyorum "İslamiyet kime göre doğru olan din?"
İkinci aşamanın özetini sunacak olursak: Dünyadaki milyonlarca dinden hangisinin doğru olduğunu bilmememize rağmen İslamiyet'in diğer dinlerden üstün tutmak oldukça basit, yanlış ve taraflı bir mantıktır.
3. Burada ele alınacak konu, inancın nasıl bir şey olduğu ve bunun kontrol edilip edilemediğidir. Böyle bir girişle, anlayacağınız üzere, konuyu şuraya getireceğim; "İnanmayan bir insan sırf ödül uğruna veya cezadan korktuğu için gerçek bir inanç veya iman sergileyebilir mi?" Bu aslında çok önemlidir çünkü bilindiği üzere İslamiyet'te iman çok önemlidir. Allah'a, meleklerine, peygamberlerine, kitaplarına, ahirete ve kadere (kazaya) iman gerekmektedir. Peki bunlar için iman beslemek, içten gelen bir şey değil midir? O halde inanmayan birinin özellikle Allah'a ve İslamiyet dinine bağlanmasını nasıl sağlarsınız?
Aslına bakılırsa burada biraz da empati yapmalıyız. Şöyle ki: Bu yazıyı okuyan her müslüman Allah'a inanmaktadır ve biri gelip size şöyle diyor; "Allah'a inanıyorsun ama aslında doğru olan Tek Boynuzlu At'a inanmak. Asıl yaratıcı O ve O'na inanırsan ödül, inanmazsan ceza alacaksın!" Şimdi kaç müslüman o Tek Boynuzlu At'a inanmayı seçti sizce? Tabii ki hiçbiri(niz). Ama yine de biraz hayal gücümüzü zorlayalım ve Tek Boynuzlu At'ın varlığını sırf ödül ve ceza sebebiyle kabul ettiğinizi düşünelim; bu durumda gerçekten de öyle bir varlığın olduğuna içten inanabilecek misiniz?
Dürüst olmakta fayda var; kimse içinden gelmediği sürece bilmediği bir varlığa karşı tam bir inanç besleyemez. Yani Ali, inkarcıyı dine çağırabilir, hatta o inkarcı dine geçebilir, ama biliyoruz ki tam bir iman sergilemediği sürece (ki çoğu inkarcı böyle bir imanı besleyemez zaten) hep bir eksiklik olacaktır.
Burada hemen müslümanlardan gelebilecek olan bir fikre değineyim; "Doğru, iman gereklidir ama o adam dine geçince dinin güzelliğini görüp hayran kalıp zaten imanı sağlayacak, tamamlayacak." Bu iddia da, hoş bir iddia olmaktan öteye geçemez. Bunun sebebi de, o inkarcının din bilgisinden yoksun olduğunu varsaymanız. Aslında "Her inkarcı dinden bihaber olduğu için dinden çıkıyor." düşüncesi çoğunlukla yanlıştır. Ben ve tanıdığım bir çok kişi, dinin içeriğini bildiği için, din yüzünden dinden çıkmıştır ve inkarcı konumuna gelmiştir, ve genellikle aslında mantık (durum) böyle işler. Yani dini sistemi beğenmeyen inkarcılar için yukardaki gibi bir düşünce beslenmesi yersizdir.
Üçüncü aşamanın özetini sunacak olursak: İnanç içten gelen bir şeydir. İnanmayan birini siz dine kazandırdığınızı düşünseniz dahi aslında imanı tam olarak gerçekleştiremez, özellikle dinin içeriğini bilerek çıkan birinin imanı hemen hemen hiç tamamlanamaz.
4. Burada dile getirmek istediğim şey şudur: İnkarcı bir insan her koşulda cehenneme mi gider? Yani bir insan iyilik yaparak hayatını geçirse dahi, sırf yaratıcıya inanmadığı için cehenneme mi gider? Eğer bu soruya cevabınız, "Hayır önemli olan iyilik yapmasıdır." ise, o halde bir din çatısında birleşmenin bir anlamı yoktur, yani maksat iyilik ise dindar olmanın bir anlamı yoktur. Ancak bu soruya vereceğiniz cevap "Evet sırf inanmadığı için cehenneme gider." ise o zaman kutsal dinin kutsallığından az da olsa şüphe etmek gerekir.
Şimdi burada müslümanlarca sunulacak cevaplardan ilk aklıma geleni söyleyeyim; "Cennetin katları vardır ve inanmayıp iyilik yapanlar da cennete gider ama daha aşağı seviyedeki cennete, hem inanıp hem iyilik yapanlarsa çok daha üst yerlerdeki cennete gider." Bu iddia bile inancın cennet için şart olduğuna ters düşer. Cennette olduktan sonra daha iyisini isteyecek kadar hırs dolu mu olmalıyız, yoksa aldığımıza 'şükredip' cennetin keyfini mi çıkarmalıyız?
Daha sert yaklaşım olan; "Tabii ki cehennemde yanacak, bu kadar kanıt varken O'na itaat etmeyen bir insan yanmalıdır." düşüncesini ele alırsak: Bu iddia çok ürkütücüdür ve zaten cevap vermeme bile gerek yoktur, bu düşüncedeyseniz dininizin ne kadar vahşi olduğunu da kabullenmek durumundasınız. Bununla birlikte kısaca üzerinden geçelim ki; Allah'ın varlığı için yeterli kanıt yoktur, sorgusuz bir iman beslenmemesi durumunda, yani mantığın dışlanmaması durumunda, yaratıcı bir güç için yeterli bir kanıt olmadığı ortadadır.
Bu aşamanın özetini sunacak olursak: İnkarcı biri hayatını iyilik ile geçirse ve Allah'a inanmasa dahi cennete gidecekse inanmanın gereği yoktur. İnkarcı biri hayatını iyilik ile geçirse dahi sırf O'na inanmadığı için cehenneme gidecekse de dinin temelleri iyilikle değil, tapınmayla kuruludur ve çok serttir.
5. Bu aşama biraz daha derin bir felsefi irdeleme içeriyor ve herkese göre kesinlik taşımayacağına eminim. Burada sorgulanan şey İslamiyet'i kabul eden birinin eğer yanılıyorsa bir şey kaybedip kaybetmeyeceğidir. Yani hikayenin ana fikrinin başlangıcı şuradan kaynaklanıyor: "Biz inanırsak ve yanılırsak bir şey kaybetmeyiz, siz inanmaz ve yanılırsanız çok şey kaybedersiniz."
Burada incelemeye değer olan şey, inananların eğer yanılıyorlarsa gerçekten bir şey kaybedip kaybetmeyecekleri. Benim gibi düşünecek olursanız, bir dine girmek, ilk başta fiziki olarak bir şeyler yapmamızı gerektirir (namaz, oruç, kabe ziyareti vs.). Eğer yanılıyorsak o kadar fiziki içerikli hamleler ve o hamleler için harcanacak zaman hep boşa gidecektir.
Ama şöyle düşünebilirsiniz; "Tamam fiziki bir şey yapacağız ama namaz, oruç, kabe ziyareti vs. zaten zararlı şeyler değil ki?" Bu açıdan bakabilmeyi isterdim ama namazı bir insanın kendini alçaltması, orucu sağlık açısından zararlı gören biriyseniz böyle bir iddiaya katılmanın mümkün olmayacağını anlarsınız. Ancak bu tartışmaya açık bir konudur ve buna girmek istemiyorum, konu dağılmasın diye.
Fiziki zahmetlerden çok daha önemli olan bir konuya geçmek istiyorum; insan inanırsa, en başta hayattaki amacını kaybeder. Burada 'hayattaki amacı'nı kaybeder dememdeki mantığı açıklayayım hemen: Bana göre insan, hayatta neden olduğunu bulmak için vardır / var olmalıdır. Ancak inanan biri, zaten neden dünyada olduğunu bilir (sınav için) ve geri kalan şey, kendisinden yapılmasını istediklerini yapmaktır. Bence eğer inanan biri yanılıyorsa, koca bir hayatı yanılgı içerisinde geçirmiştir ve koca hayatı yanılarak geçirmek (öldükten sonra bunun farkında olmayacak dahi olunsa) korkunç bir şeydir.
Burada şu itiraz hemen söylenebilir; "Ama sen de yanılıyor olabilirsin ve bu da korkunçtur hem de bu korkunçluğu öldükten sonra anlayacak ve daha da korkacaksın!" Elbette ben de yanılıyor olabilirim ama şunu söyleyebilirim ki ben (ve benim gibiler) gerçeği aradık ama bulamadık. Özellikle dogmatik müslümanlar gerçeği hiç aramadan buluyorlar ve sanırım gerçeği aramak önemlidir benim için. Ortay konan bir çaba olduktan sonra gerisi teferrüattır diyebilirim.
Bu aşamayı da özetleyecek olursak: İnanan biri yanılıyorsa tüm hayatını büyük bir yanılgı ile geçirecek, mucize diye akıl dışı şeylere inanacak, hayatını kul (köle) olarak geçirecek ve tüm bu şeyleri bir hiç uğruna yapacak; bu da oldukça önemli bir kayıptır.
Kısaca toparlayacak olursam, bu beş aşamalı yaklaşım ile "Ya varsa?" mantığının aslında hem ne kadar anlamsız hem ne kadar dine ve mantığa aykırı olduğunu bir nebze de olsa irdelemiş bulunuyoruz. Şundan eminim ki müslüman biri için bunlar mantıklı gelmeyecektir, ama bunların, en azından söylenmesi gereken şeyler olduğunu ve tipik müslüman iddiası olan "Ya varsa?" argümanına, "Ya varsa?" argümanından daha mantıklı bir yaklaşımla verilmiş hazır bir cevabın olması da hoş bir şey.
Hayyam