Ben tüm hayatım boyunca uyumsuz birisi oldum... Ailemin içinde, dinimde, ülkemde; ve bundan çok büyük bir keyif aldım çünkü toplumla uyumsuz olmak birey olmak demektir.

Varolan kurulu düzenle uyumlu olmak, bireyliğini kaybetmek demektir. Ve bütün dünyan bundan ibaret.

Uzlaşmaya gidip bireyliğini kaybettiğin an, her şeyi ...kaybetmiş olursun. İntihar etmiş olursun. Yaşadığımız dünya düzenine uyum sağlamış olan insanlar, kendilerini yok etmiş olan insanlardır.

Bunun çok büyük bir cesaret, çok güçlü bir özgürlük duygusu gerektirdiği kesin; aksi halde bütün dünyaya karşı tek başına direnemezsin. Ama bütün dünyaya karşı çıkmak o kadar büyük bir keyif, neşe ve lütuftur ki, hayatlarında hiç toplumla uyumsuzluk yaşamamış olanlar bunu anlayamaz.


İnsanlık tarihindeki bütün büyük isimler toplumlarında birer çıban başı olmuştur. İnsanoğlunun mutluluğuna ve dünyanın güzelliğine katkı yapmış olan bütün insanlar, toplumlarıyla çatışma içinde olmuştur. Uyumsuz olmak çok değerli bir niteliktir.
Din yaygın olarak insana umut veren, amaç veren, ahlaki değer kazandıran bir olgu olarak görülür. Bunun sebebi koca evrendeki kayboluşumuza bir açıklama getirdiğini düşündürmesi ve daha üstün bir gücün iyiliğin yanımızda olacağının sanılmasıdır.

Oysa gerçeklerle yüzleşmek gerekirse din ne doğru düzgün amaç verebilir bir insana ne de ahlaki bir dayanak. Çünkü ahlak temel anlamda zaman ve mekana göre değişkenlik gösteren bir kavramdır. Çoğunlukla bazı değerlere insanların yüklediği anlamlardan ibarettir. Mesela namus veya aile içi katı kurallar...

Burada önemli olan nokta şudur; insanlar dindeki ahlak anlayışının doğru ve değişmez olduğunu kabul ederler. Örneğin koşullar gerçekleştiğinde dinden çıkan birini öldürmek veya eşcinsellerin cehennemde yanması bu üstün ahlak anlayışının bir parçasıdır. Oysa ne inançsal bir seçimin ne de cinsel bir seçimin kötü olmaması gerektiğini kabul etmek zor olmasa gerek.